Medya uzun süre Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı üzerinde durdu. Kimse ayağına gelen fırsatı kaçırmazdı, Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığını istiyordu, bundan sonra Cumhurbaşkanı olmamak suçlamaları kabul etmek sayılır bu da seçmen nezdinde mağlubiyet gibi algılanırdı, Emine Hanım first lady olmaya can atıyordu vs...
Ben de zaman zaman Ak Parti'nin seçmen tabanı ve örgütlerinin izlenimlerini yazdım.
Gezilerimin bazı duraklarında, milletvekilleri teşkilata “Tayyip Yazın” telkini yapmış olmalarına rağmen teşkilat, Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığına çıkmasını değil, başbakan olarak kalmasını istiyordu.
Bu talepler Ankara'ya yansıdı ve sonunda MKYK'daki görüşmede ağırlık, Tayyip Erdoğan'ın Başbakan olarak kalmasından yana gözüktü.
Başbakan burada herkesi şaşırtacak bir sürpriz yapabileceklerini de açıkladı.
Bunun üzerine kulislerden yeni isimler devşirilme süreci başladı.
Abdullah Gül mü olacaktı, yoksa düşük profilli bir aday mı, yoksa çok daha sürpriz bir çıkışla bir bayan aday mı? Dışardan aday söz konusu olacak mı?
Ben, bu haftaki Aksiyon'da çıkan yazımda Tayyip Erdoğan'ın “Şövalyece” bir jestle Abdullah Gül'ü aday göstereceğini yazdım. Orada;
Tayyip bey'in tüm süreç boyunca şimşekleri kendi üzerine çeken bir paratoner misyonu ifa ettiğini, hiçbir arkadaşını tartışma zeminine sürüp yıpratmadığını belirttim. Şimdi de, “Milletime bir süre daha Başbakan olarak hizmet etmeyi istiyorum, hiçbir suçlama benim üzerime konmaz, biz ayağımıza geldiği düşünülen fırsatı millet hizmeti için görmemeyi tercih edebiliriz” diyerek, Abdullah Gül'ü aday olarak göstereceğini söyledim.
Bu bir tahmindi. Ama bana “Bu tahmin mi temenni mi?” diye soranlara da, “Temenni niteliğinde de olabilir, çünkü bunun en olumlu adımlardan biri olacağını düşünüyorum” dedim. O yazıda, Tayyip bey'li ve Tayyip beysiz farklı ihtimallerin tahlilini de yaptım. Şunu da söyledim: Ak Parti için, Cumhurbaşkanlığı seçimi kadar, belki ondan daha çok, 4 kasımdaki seçimde başarı göstermektir.
Bugün, Gül ismi favori gözüküyor.
Ama başka ihtimaller üzerinde de duruluyor.
Başka ihtimaller deyince akla, “Düşük profilli aday”, “Kadın aday”, “Dışardan aday” gibi öneriler geliyor.
Şunu söylemeliyim:
-Bu önerilerin hiçbiri şu andan itibaren Ak Parti tabanını kesmeyecektir.
“Düşük profilli”nin kapsamına “eşi başörtüsüz” ya da “devletle ilişkileri ılımlı” gibi sıfatlar eklenince, adaylar adeta Ak Parti bünyesinden koparılıp, biraz öteki tarafa yakınlığa sürükleniyor.
“Kadın aday”, bir fantezi olarak görünüyor.
“Dışardan aday” ise Ak Parti'yi kendi bünyesinden aday çıkaramamak ve yapılan baskılar karşısında Cumhurbaşkanlığını başkalarına armağan etmek gibi bir durum içinde gösteriyor.
Ak Parti'nin 4 kasımda Tayyip Erdoğan'la seçime gitme düşüncesi sağlıklı bir düşünce. Böylece, liderin ayrılması ile partide yaşanacak sancılar önlenmiş, kamuoyuna “yeniden hizmet – hizmet için her şeyden vazgecebilme” imajı dopingi verilmiş oluyor.
Fakat Cumhurbaşkanlığı operasyonunun asla mağlubiyet tarzında algılanmaması gerekiyor. Onun için, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de siyasi misyonu en iyi biçimde taşıyabilecek bir simanın seçilmesi konusunda itina edilmesi kaçınılmaz bir zaruret gibi görünüyor.
Çok belli ki, hiçbir siyasi hareket, kendi seçme imkanını bir başkasına hibe etmezdi. Bu aşağılanmayı kabul etmek anlamına gelirdi. Onun için Tayyip Erdoğan kadar temsil niteliğine sahip bir sima aday olarak desteklenmelidir.
Bir de şu: Cumhurbaşkanlığında aşağıdan yukarı yönetilecek bir sima, bir tür “Çankaya noteri” izlenimi verilmemesi de hayati.
Bu Cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiye demokrasisinde bir yeni merhaleyi daha katetmek anlamına geldiği muhakkak. Bu süreci başarıyla tamamladığı takdirde Ak Parti, Türkiye demokrasi tarihinde farklı bir yere oturmuş olacaktır.