Türkiye'nin kendini Kürt sayan yurttaşlarının siyasi temsilcisi kimdir? 22 Temmuz seçimlerinin sonucu, Türkiye Kürtlerinin açık arayla baş temsilcisinin Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu gösterdi.
Ama Kürt sorununun çözümünü programlarının merkezine yerleştiren, Kürt kimliğini temsil eden üç siyasi parti var. Bunlar arasında, bağımsız adaylar aracılığıyla TBMM'ye 21 temsilci sokmayı başaran, Güneydoğu ve Doğu'da çok sayıda belediye yönetimini temsil eden yegâne parti Demokratik Toplum Partisi (DTP). Başkanlığını Şerafettin Elçi'nin yaptığı Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP) ile başkanlığını Sertaç Bucak'ın yaptığı Haklar ve Özgürlükler Partisi (Hak-Par) Parlamento'da temsil edilmiyor.
Her türlü şiddeti mahkûm ettikleri gibi, PKK ile aralarına kesin bir çizgi çeken KADEP ve Hak-Par'dan farklı olarak DTP, şiddetin karşısında olduğunu vurgulamakla beraber, aynı toplumsal tabanı temsil ettikleri gerekçesiyle PKK'ya karşı tavır almayı reddediyor. İçinde bu konuda farklı eğilimler barındırdığı görülmekle, PKK ile birlikte anılmaktan rahatsız olanlar çoğalmakla birlikte, DTP'de hâkim kanadın PKK ile bir tür "diyalog kanalı" rolünü oynamaya çalıştığı anlaşılıyor. PKK tarafından esir alınan 8 askerin zabıt tutularak DTP'li milletvekillerine teslim edilme gösterisi, belki de bu rolün en somutlaşmış ifadesi. 22 Temmuz seçimleriyle Kürt sorununu programının merkezine oturtan bir siyasi partinin, DTP'nin Parlamento'da temsil edilmesi, kuşku yok ki, Türkiye'de demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesi, kendini Kürt sayan yurttaşların dert ve taleplerinin demokratik süreç içinde ifade edilmesi yolunda önemli bir adımdır. Buna daha önce imkân tanınmamış olması, şiddetin tırmanmasının önemli nedenlerinden biridir. Demokratik, parlamenter sürece katılmanın zamanla DTP'nin bütün kurum ve kurallarıyla demokrasiye bağlanmasını sağlayacağını, böylelikle bu partinin şiddetin siyasetten dışlanmasına yardımcı olacağını umabiliriz. Bu nedenlerle, öncelleri gibi DTP'nin de kapatılması tasavvurlarının son derece isabetsiz olduğu ve yalnızca şiddeti körükleyici sonuçlar doğuracağı muhakkaktır.
Ne var ki DTP'den umulanların gerçekleşebilmesi için, bu partinin yanlışlarının eleştirilmesi, parti içinde aklıselimin kazanmasına yardımcı olunması gerekir. DTP'nin amacı başka bir şey değil de tekrar tekrar vurguladığı gibi Kürt sorununun demokrasi ve Türkiye'nin bütünlüğü içinde çözülmesi ise o zaman bu partiyi yönetenlerin şu gerçeklerin bilinciyle davranmaları beklenir:
• 26-28 Ekim tarihleri arasında Diyarbakır'da düzenlediği Demokratik Toplum Kongresi sonuç bildirgesinde dile getirilen, "demokratik özerklik" kavramıyla ifade edilen siyasi ve idari yapılanmada köklü reform talepleri tümüyle meşrudur ve tartışılmalıdır. KADEP, daha ileri giderek, Türkiye'nin bir federal yapıya kavuşturulmasını istiyor ve kimse bunu yadırgamıyor. Barış, demokrasi içinde ve uzlaşmayla gerçekleşmesi şartıyla, ayrılıkçı talepler dahi meşru görülebilir.
• Hiçbir devlet, kendisine karşı silahlı ayaklanma yürüten bir örgüte, binlerce insanın ölümüne neden olan elebaşılarına meşruiyet tanıyamaz. Şiddet, bütün talepleri meşruiyet alanı dışına iter. PKK silah bırakmalıdır. DTP de her şeyden önce buna çalışmalıdır. Bırakın Türkiye halkının ezici çoğunluğunu, Türkiye Kürtlerinin büyük bir bölümünün kendilerine çok büyük zarar verdiğine inandığı, düşmanlarının oyuncağı olarak gördükleri Abdullah Öcalan'ı "Kürt halk önderi" olarak ilan etmek, Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesini baltalamaktan başka bir anlam ifade etmez.
• Evet, PKK, Kürt sorununun, yani Türkiye'de Kürtlerin de yaşadığını inkâr ve Kürt kimliğini zorla bastırma politikalarının bir ürünüdür. Ancak PKK'nın Türkiye'nin demokratikleşme rayından çıkarılmasının aracı ve yalnız Türkiye'yi değil, bütün bölgeyi kapsayan bir Türk-Kürt çatışmasının tahrikçisi konumuna geldiği yadsınamaz. Bunu göremeyenlerden Kürtlere hayır gelmez.
Kaynak: Zaman