Bu yıl Doğu’daki eğitim faaliyetleri başarılarıyla göz kamaştırdı. Bu olayda, bir yerde güzellik inşa etmenin yolunun, o güzelliği taşıyacak sevdalı insanlara bağlı olduğu mesajı var. Her şey, pozitif enerji yüklü, yani sevgi yüklü, inanç yüklü, bilgi yüklü insanla gerçekleşiyor. Bir tür adanmışlar hareketi... Afrika’daki çocuktan bir ışık üreten adanmışlık, şimdi kendi yurdunda da bir mahrumiyet bölgesinden yıldızlar üretiyor. Hani şöyle dense yeri: Ne kadar adanmış insanınız var, o kadar pozitif enerjiniz var. Ve bu olayda, Türkiye’nin “Geleceği inşa” davasında tutması gereken yolun işaretleri var.
Benim çok sevdiğim ve sohbetlerimde gençlerle paylaştığım bir anekdottur:
New York sokaklarında yaşlı bir baloncu bir sırığa tutturduğu uçan balonlar satmaktadır.
Etrafını birden çocuklar sarar. Her çocuk bir balon alır ve gökyüzüne bırakır. Balonlar gökyüzünde yarışarak yükselmektedir. Baloncunun elindeki sırıkta siyah renkli bir balon kalmıştır, ve orada bir zenci çocuk durmaktadır. Simsiyah yüzü içinden boncuk gibi gözlerle balona bakmaktadır. Yaşlı baloncu işi kavramıştır.
Sırığın ucundaki siyah balonun ipini keser, çocuğun eline verir.
-Hadi bırak bakalım, evladım!
Çocuk bırakır, balon yükselmeye başlar. Kısa sürede gözden kaybolacak hale gelir. Çocuğun gözleri daha bir parlamaktadır. Yaşlı baloncu ona döner ve şöyle der:
-Evladım bu balonlar, dışındaki renkleriyle değil, içindeki cevherle uçuyor, yükseliyor.
***
Bu anekdotu, Zaman’ın OKS sonuçlarına ilişkin manşet haberini okuduğumda hatırladım.
-Doğu illeri eğitimde çemberi kırıyor!
Haberin başlığı buydu...
Haberin ilk üç cümlesi de şöyleydi:
“- Eğitimde başarısızlığından şikâyet edilen Doğu illeri bu sene sürpriz bir çıkış yaptı. Bölgeye giden özel okullar sayesinde OKS’de İstanbul ve İzmir’i geride bıraktı. Van, Muş, Siirt, Batman, Şanlıurfa ve Diyarbakır’dan 6 öğrenci ilk 10’a girdi.”
İsterseniz haberin dereceye giren öğrencilerle ilgili döküm paragrafını da okuyalım:
“Sınav sonuçlarına göre; Van Özel Serhat İlköğretim Okulu’ndan Mustafa Mete ikinci, Siirt Özel Celal Değer İlköğretim Okulu’ndan Eda Dayan altıncı, Şanlıurfa Özel Çağlayan İlköğretim Okulu’ndan Mehmet Yiğitcan Yeşilata ile Diyarbakır Özel İlkçapa İlköğretim Okulu’ndan Kardelen Türkü Saçar dokuzuncu oldu. Muş Hikmet Uluğbay İlköğretim Okulu öğrencisi Abdülkadir Sözen, TED Batman Petrol Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okulu’ndan Ufuk Serkan Yıldırım,…”
Bunlardan Mustafa Mete ayrıca Matematik olimpiyatlarında gümüş madalya kazanmış.
Bir haber daha: TÜBİTAK tarafından Türkiye genelinde matematik yarışmasında Batman birinci gelmiş.
Bugüne kadar, OKS’de, ÖSS’de “En başarısız iller” sıralamasında ismi geçenler, şimdi başarının sembolleri olmuştu.
Zaman’ın haberinde bu başarıya imza atan okulların yöneticilerinin demeçleri de yer alıyor. Demeçlerin özünde “Bu başarılar tesadüf değil.” yaklaşımı vardı. “Burada bu maden vardı, bizler geldik, işledik, emek verdik, öğretmenler kendini çocuklara adadı ve bu sonuç alındı. Daha çok emek verilirse daha iyi sonuçlar alınır.”
Bu hadisenin bana heyecan veren birkaç boyutu var.
Birisi, Doğu - Güneydoğu gençliğinden, yıllardan sonra ilk defa pırıl pırıl, iç açan, umut veren bir görüntünün yansıması... Artık dağlara çıkmayan bir gençliğin işareti bu... Ölümden başka, silahtan başka, çaresizlikten başka, kinden, öfkeden başka şeyler bulunduğu vakıasının, Doğu - Güneydoğu gençliğinin gündemine girdiğinin işareti bu. Kapkara bulutların dağılmaya başladığı ve bölge gençliğinin ufkunun açıldığının işareti...
Bunun oluşumunda hiç şüphesiz sevgi ve emek var.
Ayrıca bu hadise, “Türkiye, bölgeye ve bölge insanına yönelik korkularını nasıl aşar?” sorusunun çok net cevabını içinde barındırıyor. Korkuyu kendimiz üretmişiz. Oysa, o dünyaya sokulursanız, pozitif enerji taşırsanız, sevgi verirseniz sevgi alacaksınız; bu kesin.
Bu olayda, bir yerde güzellik inşa etmenin yolunun, o güzelliği taşıyacak sevdalı insanlara bağlı olduğu mesajı var. Her şey, pozitif enerji yüklü, yani sevgi yüklü, inanç yüklü, bilgi yüklü insanla gerçekleşiyor. Bir tür adanmışlar hareketi... Afrika’daki çocuktan bir ışık üreten adanmışlık, şimdi kendi yurdunda da bir mahrumiyet bölgesinden yıldızlar üretiyor. Hani şöyle dense yeri: Ne kadar adanmış insanınız var, o kadar pozitif enerjiniz var.
Ve bu olayda, Türkiye’nin “Geleceği inşa” davasında tutması gereken yolun işaretleri var.
Genç bir ülke...
Nüfusunun yüzde 50’si 20 yaşın altında bir ülke. Dörtte üçü 40 yaşın altında bir ülke...
Yani önünde koskoca bir “Geleceği inşa” problemi bulunan bir ülke...
İnsanî ham maddesi olabildiğince zengin, ama işlemek için emek isteyen bir ülke...
Eğitim dönemine aynı anda 15 milyon gencin başladığı bir ülke...
İşte böyle bir ülkede en temel mesele eğitim olmalı. Gençliğin, ülkenin geleceğini omuzlarında taşıyacak bir kıvamda yetiştirilmesi problemi olmalı.
Doğu - Güneydoğu’dan ilk 10’a 6 öğrencinin girdiği bir Türkiye’de OKS’de 27 bin, ÖSS’de 47 bin öğrencinin sıfır puan alması da bir Türkiye gerçeği...
Türkiye, belli ki, sadece yıldız çocuklarıyla yol yürümeyecek.
Sahip olduğu gençlikten, ne kadar yüksek oranda verim alabilirse, geleceği o kadar yükseklerde olacak Türkiye’nin...
Nihai planda nüfus, atıl bir kapasitedir. Ham maddedir. Yastık altındaki, hatta belki henüz topraktan damıtılmamış altın cevheridir.
Genç nüfus, herkesin iştahını kabartır.
Avrupa bile Türkiye’nin genç nüfusuna oynuyor.
Ama gene bu genç nüfus, emek ister. Emek vermediğiniz zaman da, önünüze dağ gibi sorun olarak çıkar. Kapkaççılık, uyuşturucu, şiddet, alkol vs... Yani fitili ateşlenmiş bir bomba... Cezaevlerinin muhtemel sakinleri...
Türkiye’nin genç nüfusu emek verilmiş bir nüfus mudur? Bu potansiyel enerji kaynağı, kinetik enerjiye dönüşme yolunda mıdır?
Buna “Evet” demek o kadar zor ki...
Benim “ıskartaya çıkarma” tanımlamam, ülkemizin emek verilmemiş genç potansiyeli içindir.
Birisine emek veriyorsunuz, içinden yıldızlar doğuyor, yeterli emek verilemeyenler ise sıfır çekmiş on binler, yüz binler içinde kalıyor.
Şu gerçeğin altını kalın kalın çizmemiz gerekiyor:
Çamuru insan haline getiren içine üflenen ilahi nefhadır. Ve o nefha her insanda vardır, yeter ki ona ulaşılsın.
Onun için...
Omuzlarında anasına tulumla su taşıyan...
Boş kaldığında kuzu güden...
Okula gitmek için minicik ayaklarıyla karlı yolları tepen...
Üşüyen ellerini sokacak cebi bulunmayan...
Okulunda tezek yanan...
Çocukların içinden Türkiye çapında, belki yarın dünya çapında yıldızlar üreten adanmış genç eğitimcilerin talebelerinin gönlüne taşıdığı ilahi nefhayı önemsemek gerekiyor.
Türkiye, halkı ve devletinin bütün birimleriyle, genç nüfusuna yönelik bir seferberlik duygusu içine girmelidir.
Birim insanda en büyük özgül ağırlığa ulaşmak...
İnsan sermayesini en verimli bir kıvama sokmak...
Ben İslam dünyası olarak da, onun bir parçası olan Türkiye olarak da, içinde dönüp dolaştığımız fasit daireyi kırmanın yolunun bu olduğuna inanıyorum. 1,5 milyar nüfus, özgül ağırlık itibariyle bir noktaya gelmeden, fasit daire içinde debelenmek kaçınılmaz olacaktır.
Dünya milletleriyle bir maraton koşuyorsak ve yarıştığımız pistte üzerimize birkaç tur bindirildiği duygusu bizi kahrediyorsa, ben “Kader maçı” yoğunlaşması içinde, bir anlamda “can havliyle” çocuklarımızı yukarılara, daha yukarılara doğru tırmandırmamız lazımdır.
Bir kilo domates tohumunun 80 milyar lira civarında olduğunu öğrendim. Bu, bizim bilmem kaç çiftçimizin ürettiği tonlarca domatese tekabül ediyor. Bu, bilgi farkı. Bu farkı şimdilik ter dökerek ödüyoruz biz.
İnsan farkı da böyle...
İnsana kazandırdığınız bilgi, onu yükte hafif, pahada ağır bir varlık haline getiriyor.
Bu ülkeyi yönetenlerin yüreği en çok, uçabilecek bir çocuğun yerde çakılı kalması yüzünden yanmalıdır. “Iskartaya çıkarılmış bir çocuk” uykularımızı haram eden bir gerçeklik olmalıdır.
Bu yazı Aksiyon dergisinden alıntılanmıştır.