Türk diplomasisi bugünlerde nefes kesen bir hızla hamle üstüne hamle (veya moda deyimiyle açılım üstüne açılım) yapıyor.

Geçen hafta sonu itibariyle, olup bitenlere ve önümüzdeki birkaç gün için planlanan gelişmelere bir bakalım:
Geçen cumartesi sabahı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu İstanbul'da düzenlenen bir Balkan konferansı vesilesiyle Türkiye'ye gelen Sırbistan ve Bosna-Hersek dışişleri bakanlarıyla bir toplantı düzenledi ve iki ülke arasındaki uyuşmazlığı ve gerginliği gidermek için yeni bir girişimde bulundu.

Bu inisiyatif önümüzdeki günlerde Türkiye'nin hazırlayacağı bir Eylem Planı ile geliştirilecek. Bu amaçla, önümüzdeki cumartesi Davutoğlu Bosna'ya giderken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Sırbistan'ı ziyaret edecek...

İstanbul'daki Balkan konferansı, Yunanistan'ın yeni Başbakanı ve aynı zamanda Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu'nun daha görevine başlar başlamaz Türkiye'ye gelmesine imkân verdi. Bu, Yunan lideriyle ikili ilişkiler ve Kıbrıs konusunda önemli görüşmelerin yapılması ve Ankara ile Atina arasında yeni bir diyaloğun başlaması için bir fırsat yarattı.

Tabii geçen cumartesi, Türkiye ile Ermenistan arasında iki protokolün imzalanmasıyla tarihi bir gün yaşandı. Bu mutabakatın büyük önemini çok yazdık; bir daha tekrarlamaya gerek yok. Bu bağlamda tabii Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan'ın bugün maç vesilesiyle Bursa'ya gelmesi -Cumhurbaşkanı Gül'ün Erivan'a gidişi gibi- iki ülke arasındaki yakınlaşma sürecine ivme kazandıracak simgesel anlamı büyük bir gelişmedir...

Nereden nereye...
DÜN Türkiye'nin dış politikasında gene önemli bir olay yaşandı: Davutoğlu başta olmak üzere 10 bakan Türkiye-Suriye Yüksek Düzey Stratejik İşbirliği Konseyi'nin ilk toplantısı için Halep'e gitti. Bu toplantıyla geçenlerde kararlaştırılan kapsamlı ortaklık planı uygulamaya konuyor. Olay aynı zamanda Suriye ile ilişkilerin 10 yıl içinde nereden nereye geldiğini de gösteriyor. Gerçekten varılan noktada, artık vizeler kalkıyor, sınırlar açılıyor, hükümetler ortak toplantılar düzenliyor, ekonomilerin bütünleşmesi yönünde adımlar atılıyor.

Aynı şey, Irak ile de söz konusu. Nitekim Başbakan Erdoğan perşembe günü Bağdat'a gidiyor ve benzer bir yapıdaki Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısına katılıyor.

İki komşu ülkeyle kurulan sıkı işbirliği, Türkiye'nin geliştirdiği bir vizyona dayanıyor. Bu vizyon, anlaşmazlıklar ve gerginlikler alanı olan bu bölgeyi, -biraz da AB'den esinlenerek- bir siyasi yakınlaşma ve ekonomik bütünleşme ekseni haline getirmeyi amaçlıyor...

Gene takvime bakarsak, gelecek hafta Başbakan'ın Pakistan ve İran'ı, Dışişleri Bakanı'nın da Azerbaycan'ı ziyaret edeceğini görüyoruz...

Yeni ve eski ilişkiler
DOLAYISIYLA, bugünlerde takvimin işleyişi, yani Türk diplomasisinin hamleleri, daha çok içinde bulunduğu geniş bölgede, yani Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da oluyor.

Bunun bir anlamı var mı? Bu gelişmelere bakarak Türk dış politikasının Batı ekseninden bölgesel eksene kaymakta olduğu sonucunu çıkaranlar var. Batı'da bazı çevreler bunu Ankara'nın geleneksel Batı yanlısı tutumundan bir sapma olarak da yorumluyorlar.

Türk diplomasisinin son zamanlarda bölgesel sorunlar ve bölgesel işbirliği üzerinde odaklandığı açıktır. Bunu şartların ve çıkarların gereği bir açılım olarak görmek mümkün. Bu yeni ilişkiler kurulurken, Batı ile mevcut bağların zayıflaması ve Türkiye'nin Batı vizyonundan vazgeçmesi de gerekmez. Bunun böyle olduğunu söyleyen Türk yetkililer tarafından kamuoyuna da iyi anlatılması lazım...

Türk diplomasisinin bölgedeki hızlı hamleleri, çok boyutlu dış politika konseptine dayanıyor. Ancak yeni boyutları, daha eski öncelikli boyutların yerine bir "alternatif" olarak değil, bir "katma değer" olarak algılamalıyız...

Kaynak: Milliyet