Modernleşme ile birlikte dindarlığın kriterleri de değişti. Dinin dili de başkalaştı. Bunun elbette sosyolojik nedenleri var. Lakin bunu sadece sosyolojik nedenlere indirgemek ve bağlamak da herhalde yersiz olur. İbni Haldun’un deyimiyle mağluplar galipleri taklit ederler. Bu yönüyle sosyolojik kural işliyor. Bir hadis de bunu pek veciz bir biçimde ifade eder: “Siz sizden öncekileri adım adım, karış karış takip edeceksiniz. Hatta onlardan birisi kertenkele deliğine girse siz de onların peşinden kertenkele deliğine gireceksiniz.” Bunun üzerine sahabe: “onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?” diye sorunca Allah’ın Resulü: “Başka kim olabilir”. Elbette Batılaşma dindarlaşma değil dünyevileşme eğilimini besler ve ifade eder. Öyleyse Müslümanlar açısından dini batılılaşma nasıl olabilir? Batı medeniyeti olarak ifade edilen son birkaç yüzyılın medeniyeti aslında Hıristiyanlık medeniyeti değil. Veya en azından onunla sınırlı olmayan karma bir medeniyet. Lakin merkezinde felsefe ve dünya var. Dini batılılaşma, din konusunda Batılıları örnek alma veya Batı’yı taklit anlamına gelir. Yine aynı şekilde dini dünyevileştirme veya sekülerleştirme ve arzileştirme anlamına da gelmektedir. Batı ile İslam dünyasının fetihten hezimete doğru yeni ve altüst bir karşılaşma biçimi sonrasında Batılılar dini anlamda da Müslümanların rehberleri konumuna yükselmişlerdir. Buna kamaşma hali ( inbihar) de denilmektedir. Psikolojik hezimetle birlikte onların üstün insan oldukları zımni biçimde kabul edilmiş ve dolayısıyla öz kültür değersizleşmiştir. Şahsiyet aşınması yaşanmıştır. Bu açıdan Batı ile karşılaşma İslam dünyasında pozitivizm eğilimlerini körüklerken dini alan da bundan nasibini almıştır.

*

Daha önce din adına reaksiyon duyulan Batı zamanla sevimli hale gelmiştir. Napolyon Waterloo veya Moskova bozgunlarından önce Akka’da bozguna uğramış ve Şark seferi hüsranla kapanmıştır. Lakin Ezher hocalarından birisi kızını kendisine sunmak istemiştir. İngilizlerin İslam dünyasını istilalarıyla birlikte kurumlar İngilizleşirken dini kurumlar da bu dalgadan kendini kurtaramamıştır. Sözgelimi Gulam Ahmet Kadiyani İngiliz muhabbeti üzerine bir din inşa etmiş ve İslam’dan kopardığı kitleleri İngilizlere muhabbet noktasında başka bir alana aktarmış ve yığmıştır. Güce tapınma ve inanma eğilimiyle birlikte Gulam Ahmet Kadiyani yeni ‘sahip’ olarak İngilizleri adeta Brahmanlar katına ve sınıfına yükseltmiştir. Bunu İslam dairesinden çıkmadan yapmak isteyenler de olmuştur. Bunun en tipik misallerinden birisi Süveyş Kanalının açılması yıllarında İngiltere’ye davetle giden İngiliz muhibbi Seyyid Ahmet Han ve ekolüdür. Kurmuş olduğu ekol çok disiplinli bir şekilde İngilizlerin üstün insan olduğunu öngörüyor ve İslam’ın bu yeni insan tipine göre şekilleneceğini veya tevil edileceğini varsayıyordu. Bu konuda hiç tavizi yoktu. İslam’dan ayrılmadan ama saparak İngiliz muhabbeti üzerine yeni bir din olmasa bile bir ekol kuruyor. Bu ekol Aligarh Ekolü olarak anılıyor. Bu ekol dini İngilizlerin anlayışına uydurma ve uymayanı da tevil etme anlayışıdır. Bundan dolayı birçok mucize, hüküm İngiliz zevkine uydurulmuştur. Bu taşkın eğilim üzerine Şibli Numani gibi istikamet üzerine seyreden şahsiyetler Aligarh ekolünden ayrılarak Nedvetü’l Ulema’nın kurucuları arasına girmişlerdir.

*

Bu ekolü Mısır’da bir şekilde Başmüftü Muhammed Abduh temsil eder. Seyyid Ahmed Han’ın ekolü akademik seviyede kalırken Muhammed Abduh’un anlayışı çeşitli kanallar ve adem-i merkezi yapı üzerinden kitlelere iner ve mal olur. Mısır İngiliz yüksek Komiseri Lord Cromer Mısır’ın Seyyid Ahmet Han’ının MuhammedAbduh olduğu görüşünü taşır (Es -Sıra beyne el fikretü’l İslamiyye ve’l fikreti’l garbiye fi’l aktari’l İslamiyye, Daru’l Kalem, s: 108, Şam. Ebu’l Hasan en Nedevi). Adeta hayatın her alanını İngiliz anlayışına uydurmakla mükelleftir. Kadının açılıp saçılmasına taraftardır. Onun ötesinde kıyafette ayrımı kaldırarak şapkanın cevazına dair fetvalar verir. Cüz-i Amme Tefsirinde mucizeleri modernizm zaviyesinden tevil eder. Meğerse Batı’dan modernizm alırken birleşik kaplar teorisi gereği din anlayışını da beraberinde almışız.

İngiliz Muhipleri Anadolu’dan da ırak ve eksik olmamıştır ve Said Molla İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin üyelerinden birisidir. Buna inanmış olmalıdır. Şeyh Nazım o gün yaşasaydı belki de bu cemiyetin tabi üyeleri arasında yer alırdı.

Halide Edip Adıvar küresel siyasi rüzgarların deveranından haberdardı ve yirmi yıl sonrasını öngörmüştü. Dolayısıyla eski muhabbet bağının kıblesini yeni dünyaya yani ABD’ye çevirmek isteyenlerdendi. Modernizm ile birlikte dini anlayış ve kavramlar demode olmaya başlamıştı. Hocaların nezdinde bile şapka, zünnar gibi Frenk işaretleri ve sembolleri tartışılır hale gelmişti. Fransız pasaportu taşıyanlar bir zamanlar Tunus gibi ülkelerde Müslüman mezarlığına defnedilmezdi. Batılılaşma ile bu şekilde mücadele edilirdi. Kimileri zamanla yasakları baş tacı eder ve yeni kriterler olarak benimser hale geldi. Hem de İslam adına.

Hizmet hareketinin merkezi şahsiyeti Fethullah Gülen’in BBC’ye yaptığı konuşmada kriter olarak demokrasiyi veya AB’yi sayması veya alması dini batılılaşma çığırında vardığımız noktayı gösteriyor.

Muhammed el Behiy yıllar önce Modern İslam Düşüncesi ve Batı Sömürgeciliğiyle Bağlantısı başlıklı çalışmasında Batı’nın dini yönlendirmesine temas ediyordu. Hıristiyanlık önce Yunanileşmiş ve ardından da Yahudileşmiştir. Sanki İslami anlayış da bu yollardan geçiyor gibi. En azından günümüzde. Ve zikredilen hadisin şu mazmunuyla yüzleşiyoruz:” Hatta Onlardan birisi kertenkele deliğine girse siz de onların peşinden kertenkele deliğine gireceksiniz.” Bunun üzerine sahabe: “Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?” diye sorunca Allah’ın Rasulü: “Başka kim olabilir”.

Galiba Eskiden küfür olan veya sayılan şimdi kriter oldu. Tanzimat’la ‘gavura, gavur denmeyecek’ denildi. Şimdi o aşamayı geçtik dini tanımlamada rehber edinme durağına geldik.