Türkiye’nin iç politik kavgalarından biraz uzaklaşıp, hem yakın bölgemizi hem de dünya genelini ilgilendiren gelişmelere bir an önce dönmek zorundayız. Irak’taki kitlesel kıyımlar ve bu ülkenin çevresine çok ciddi zarar verecek olan büyük patlama öncesi yaşanan belirsizlik, Lübnan’daki hassas gidişat, Filistin’deki hazin durum, bunlara bağlı olarak Türkiye’nin bölgesel yaklaşımı her günün konuları olarak önümüzde duruyor. Ancak, bütün bunları da içeren, etkilerini Moskova ve Pekin’den Brüksel’e, Washington’dan Güneydoğu Asya’ya kadar gösterecek çok önemli gelişmeler hala yeterince dikkatimizi çekebilmiş değil.
Özellikle 2003’ten bu yana giderek belirginleşen bir durum, bugünlerde çok daha kalın çizgilerle kendini gösterir oldu. Bu da; dünyanın Soğuk Savaş döneminden çok daha tehlikeli biçimde, üstelik bu sefer yeryüzünün birçok bölgesinde sıcak çatışmalarla kendini gösterecek şekilde derin ve korkutucu bir bölünmeye doğru gidiyor oluşudur. Bugüne kadar bu bunu hep söyledik, ısrarla gündemde tuttuk, her olayın bu büyük bölünme/kamplaşma ile bağlantısını kurmaya özen gösterdik.
Lübnan’daki iç krizin bu geniş çerçevede nereye oturduğuna, Suriye’nin pozisyonunun bu yüzden sorgulandığına, Irak’taki bölünmenin ve direnişin bu kamplaşma içinde önemli bir yeri olduğuna, İran-ABD krizinin çatışmanın en sıcak cephesi olarak öne çıktığına, Pakistan’daki bölünme tehlikesinin ve Afganistan’daki Taliban direnişinin bu bölünmenin uzantıları olduğuna dikkat çektik.
Dahası, enerji kavgalarının, boru hattı projelerinin, savaşın özelleştirilmesinden sermaye hareketliliklerine kadar çok boyutlu bir dünya savaşının içinde olduğumuzu söyledik. Bugüne kadar İslam Orta Kuşağı içindeki hiçbir gelişme bu büyük kavganın dışında olmadı. Olmayacak da. Bundan sonra yaşayacaklarımız, aslında bizim üzerimizden, bizim zenginliklerimiz üzerinden, bizim zaaflarımız üzerinden yeni bir dünyanın şekillenme sancıları olacaktır. Elbette bu sancılar, İslam coğrafyasının bir çok köşesini kanlı çatışmalara, iç savaşlara, etnik kavgalara sürükleyecektir. İslam coğrafyası ve Müslümanların kaderi üzerinden yeni bir dünya şekilleniyor. İşte dikkatleri bu yöne çevirmek istiyoruz ve algılarımızı, popüler söylemlerin ötesine taşıyıp bu yeni çağı doğru analiz etmenin ne kadar önemli olduğuna vurgu yapıyoruz.
Sadece son birkaç gelişme üzerinden bu durumu tekrar tartışalım:
ABD yönetimi, İran Devrim Muhafızları’nı “terörist örgüt” ilan etmeye hazırlanıyor. İran devletinin ruhu olan, temel gücü olan, rejimin kendisi olan, aslında dünyanın tanıdığı İran olan Devrim Muhafızları, resmi bir kurum. İran’ın önemli savunma aygıtlarından biri ve çok geniş imkanlara sahip. İlk kez bir ülkenin resmi askeri gücü “terörist örgüt” ilan ediliyor. Irak’ın işgalinden önce Saddam Hüseyin’in “Cumhuriyet Muhafızları” için bile böyle bir tanımlama yapılmamıştı. ABD yönetimi bu tavrıyla aslında Devrim Muhafızları’nı değil, İran devletini “terörist örgüt” olarak tanımlıyor.
İran ile ABD’yi daha da savaşa yaklaştıran bir gelişme bu. Gerçekten çılgınca, akılsızca ve aptalca. Bir kere bu yaklaşım terörün tanımını o kadar genişletiyor ki, bize göre zaten palavra olan “terörle mücadele” şeklindeki ideolojik yönlendirmenin inandırıcılığını daha da azaltıyor. Aslında Soğuk Savaş dönemine dönülüyor ve İran, Sovyetler’in yerine konuluyor.
Gariptir; ABD yönetimi bir süredir Irak’ın güvenliği ve istikrarı için İran’la pazarlıklar içinde. Birkaç kaç kez bu amaçla resmi görüşmeler yapıldı ve iki taraf da görüşmelerin oldukça verimli olduğunu açıkladı. Daha da garip olanı, bu görüşmelere İran heyeti adına Devrim Muhafızları yetkililerinin de katılıyor oluşu. O zaman şöyle bir manzara çıkıyor ortaya:
Washington yönetiminde bir kanat İran’la diyalog için baskı yapıyor ve süreci bu şekilde yönlendirmeye çalışıyor. Irak Gözlem Grubu’nun önerileri de bu yöndeydi. Ancak şahin ekip, tam tersine savaşa göden yolları sonuna kadar açmaya kararlı. Onların attığı her adım, diyalog yollarını kapatıyor, diyalogu öne alanların ellerini boşa çıkarıyor. “Sınırsız ve süresiz savaş” stratejisi aynen devam ettiriliyor. Eğer ABD yönetimi, bu kararını uygular, İran ordusunun bir bölümünü “terörist örgüt” ilan ederse, İran-ABD diyaloğu çökecektir.
Bir gariplik daha söyleyelim: Bosna savaşı sırasında Devrim Muhafızları’nın Bosnalı savaşçıları eğitmesi, Bosna’ya Hırvatistan üzerinden silah aktarması ABD ile dolaylı işbirliği içinde sağlandı. Aynı dönemde Türkiye’nin bölgeye yardımları da bu benzer bir işbirliği ile gerçekleştirilmişti. Dahası, bazı iddialara göre, Afganistan’da Taliban karşıtı güçlerin desteklenmesinde yine ABD ile Devrim Muhafızları arasındaki dolaylı işbirliği gündeme geldi. Benzer iddialar Irak’taki gelişmelerde de söz konusu oldu.
İran’a yönelik ABD-İngiliz ambargosunun kapsamının genişletildiği, İran’ın dünya ile ekonomik ilişkilerinin boşa çıkarılmaya hatta para transferlerine engel olunmaya çalışıldığı, Basra Körfezi’nde bile İran gemilerine sınırlama getirilmesinin bile gündemde olduğu bir dönemde, kararın ne anlama geldiğini bir kez daha düşünelim.
Kararın ABD basınında yayınlandığı günlerde İran Cumhurbaşkanı Ahmadinejad Orta Asya ülkelerini dolaşıyordu. Türkiye’nin pek kulak asmadığı Orta Asya kartını dünyaya göstermeye çalışıyordu. Ahmedinejad’ın Afganistan, Türkmenistan, Kırgızistan ziyaretleri, sıcak karşılamalar, somut ortak projeler sanki ABD’ye nispet yapar bir atmosferde gerçekleşti. Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazabayev’in, İran’ın nükleer çabalarına destek çıkan açıklamaları dikkat çekiciydi.
Yine aynı günlerde bölgede çok önemli bir gelişme daha oldu: Başını Rusya ve Çin’in çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü, ABD ve müttefiklerine meydan okuma söylemini güçlendirerek devam ettirdi. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te toplanan örgüt, ABD yayılmasına karşı aralarındaki dayanışmayı artırma kararı aldı. “Tarafsızlık” politikası uygulayan Türkmenistan ve İran’la örgüt arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi, adaletsiz dünya düzeni eleştirildi, ABD’nin bölgedeki etkinliğini daraltmak amacıyla askeri ve ekonomik işbirliği kararı alındı. Zirvenin ilk sonucunun, Özbekistan’ın yaptığı gibi, Kırgızistan’ın da ABD üslerini kapatma kararı olabileceği belirtiliyor. Bişkek bu kararı alırsa, 2 milyar dolarlık bir yatırımla ödüllendirilecek. Ortadoğu’da kabar güçle varlığını genişleten ABD, Orta Asya’daki çok ciddi bir engelle karşı karşıya.
İşte benim dikkat çekmeye çalıştığım durum bu. Rusya’yı, Çin’i, Asya’yı Soğuk Savaş argümanları ile görmeye devam edip küçümseyenler, küresel ekonominin ağırlık merkezi olmaya doğru ilerleyen, askeri güç ve teknoloji alanındaki gelişmeleri dikkate almayan bir bakış açısı, bu yeni kamplaşmayı yeterince anlayamayacaktır.
Türkiye ve İran, Doğu-Batı olarak ikiye ayrılan dünyanın tam merkezinde. İki ülke sanki iki farklı blokun cephe ülkeleri olmaya doğru sürükleniyor. Buraya bölünme tehlikesi yaşayan Pakistan’ı da eklemek gerekir. Türkiye de İran da bu duruma düşmemek için çok boyutlu ilişkiler geliştiriyor. Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin güçlenmesine, enerji anlaşmalarına, İran’
ABD’nin dünyalı algılayışındaki bu ve benzer sorumsuz tutumları, Devrim Muhafızları’nı daha da güçlendirmekten, Asya’yı daha da güçlü bir meydan okumaya itmekten başka sonuç doğurmayacaktır.