Bir belediye seçiminin bunca hengameye yol açması akıl karı değil. Sanki herkes sağduyusunu kapının dışına bırakmış gibi. Nutuk atan siyasilerin ağzından şerareler çıkıyor. Siyasiler kendi aralarında çatışırken, toplum derin bir kaygı içinde olup bitenleri izliyor. Aktütün baskını ardından Başbakan'ın Diyarbakır'a gelip de açık alan yerine kapalı salonda konuşmayı tercih etmesi, DTP'nin grup toplantısını Ankara yerine Diyarbakır'da yapması, Filistin sokaklarını andıran gösteriler, bu sahnelerin Doğu Beyazıt, İstanbul, Van ve Hakkari sokaklarında tekrar edilmesi kaygıyı daha da arttıran faktörler arasında yer alıyor.
Adeta bir korku filmini seyrediyoruz. Senaryoyu kimler yazdı, hakiki aktörler kimler, ne zamana kadar bu film vizyonda tutulacak, bu soruların neredeyse hepsi cevapsız. Ergenekon davasının görüldüğü şu günlerde birden bire dozunu arttıran şiddet ve terörün bir anlam ve amacının olması gerekir. Kimse neler olup bittiğini yeterince anlamlandıramıyor. Belki de senaryoyu yazıp filmin çekimini yapanlar öyle olmasını arzu etmiş olabilirler. Bir yandan PKK eylemlerini arttırırken öte yandan DTP sivil yerleşim merkezlerinde kitlesel gösterilere ağırlık vermeye başladı. Kürt sorununu salt bir "güvenlik veya terörden fazla bir şey" olduğunu düşünenler durumun giderek kötüleştiğini görüp her geçen zamanın aleyhte işlediğini söylüyorlar. Aklı başında, teenni ile hareket eden, öteden beri olayların hangi mecrada ve hangi amaçla seyrettiğini yakından takip edenler, mevcut konseptin yanlış olduğunu, Kürt sorununa bakışın ve PKK ile mücadelede kullanılagelen yöntemlerin temelden değiştirilmesi gerektiğini söylüyor. Şiddet ve terörün dili, varsa eğer bir 'Kürt sorunu'nu, esir almış durumda. Şiddet ve terör çok kullanışlı, bundan birçok kesim besleniyor. Siyaset, uluslara arası ilişkiler, sistemin devamı ve tabii ki akıl almaz mali harcamalar ile hala yeterince üzerinde durulmayan uyuşturucu kaçakçılığı Kürt sorunun devamıyla bir şekilde ilgili.
İki tarafın da şahinleri var. Şahinlerin seslerini yükselttiği zamanlarda güvercinlerin sesi kısılır. Tabii ki "şahinler" şiddet ve terörün bitmesini, diyalog kurulmasını istemiyor. Çözümsüzlük onların en çok arzu ettiği şey. Bir şey çözülemiyorsa sorun derin demektir. Bu durumda taraflar birbirlerini hegemonya altına almak isterler, bunun için de silaha başvurmaktan başka seçenek kalmaz.
Kimse sorunun kaynaklarına inmek de istemiyor. PKK, askerlerin kanlı darbe yaparak yönetime el koyduğu bir atmosferde ortaya çıktı; 12 Eylül, Diyarbakır Cezaevinde terörü besledi, yüzbinlerce insana nefreti, husumeti ve intikam duygularını yükledi. Kimse şimdi dağa çıkan veya sokaklarda lastik yakanların, Diyarbakır Cezaevi'nde babalarına dışkı yedirilenlerin, utanç verici-insanlık dışı muamelelere tabi tutulanların çocukları olduğunu hatırlamak istemiyor. Dahası, bölgeyi sarma istidadı gösteren ateşe körükle gitmeyi öneren "bilim adamları" inanılmaz "zeka ürünü" yeni yöntemler öneriyorlar. Bir bilim adamına göre, sokak gösterilerine katılan çocuklara el koymak lazım. Aileler madem ki çocuklarına sahip çıkmıyorlar, bu durumda bu çocuklara devlet el koysun. Koskoca bir ilin valisi ise, çözüm olarak gösterilere katılan çocukların ailelerinin elindeki "yeşil kart"ın alınması suretiyle sağlık üzerinden ceza verilmesini öneriyor.
Önümüzdeki yerel seçimlerin önemli aktörlerinden biri olan AK Parti'nin olaylara bakışı iç karartıcı, giderek yaklaşımını klasik şahinler doğrultusunda değiştiriyor. Artık açıkça belli oldu ki, bundan sonraki iktidarı korumak amacıyla bulunan dahiyane formül "AK Parti-asker ittifakı". Bunun klasik CHP formülü olduğu malum, demek ki bu aşamadan sonra AK Parti, CHP'nin yerini almaya başlıyor. AK Parti'nin yazarlarına bakın, nasıl da artık hakimane, amirane bir üslup kullanıyorlar; tehdit ediyorlar, aba altında sopa gösteriyorlar.
Pekiyi, devran tersine mi döndü? Hayır, bu yazarlar devranın döndüğünü düşünüyorlarsa, sahiden naif kimseler demektir. Sadece kendilerini araçsallaştırıyorlar, çünkü ittifak niyetiyle yanaştıkları güçlerin kendilerinden başka kimseye güvenleri yok.