Dün farklı alanlardan gelen akademisyen, aydın, siyasetçilerin imza attığı bir bildiri ile adeta 'çözüm süreci'ne entelektüel müdahalede bulunuldu. Metinde özetle, devletin temel karakteri olarak görülen vatandaşlık, Türklük gibi süreçte tartışılan hassas konularda reddiyeci bir açıklama yapıldı.
Açıklamanın içeriğinden çok, farklı kesimlerden bir araya gelen isimlerden oluşan aydın kombonizasyonu daha dikkat çekici. Merkez sağ ve milliyetçi kesimin tepkilerini anlamak mümkün. Buna eklemlenmiş, sol olarak tanımlayan aydınlar da şaşırtıcı değil. Türk sağı kadar Türk solunun mühim bir kısmı devlet sayesinde var olmuştur. Bununla sadece ulusalcı solu kastetmiyorum; sol entelektüel iktidarının, devlet ilişkisi yok sayılarak anlaşılması zordur.
Bildiride dikkati çeken, belki de bu kadar farklı ismi bir araya getiren, cümle şu olsa gerek: 'Anadolu coğrafyasında Selçuklu ile başlayıp Osmanlı ile devam eden Türk Milleti'nin kesintisiz egemenliğini esas alan büyük Atatürk'ün kurduğu milli devlet yapısı ortadan kaldırılamaz.' Bu bildiri, ulus devlet projesine tarihsel ve etnik bir referans çerçevesinin ilanı olarak okunabilir.
Yalın haliyle yukarıdaki ifadenin temsil ettiği siyasal proje ile kimi aydın, bilim adamlarının bu ana fikir etrafında imal-i fikir etmelerinin anlamı da bu vesile ile daha bir netleşmiş oluyor. Bu ana fikrin son on beş yıldır entelektüel bir çaba olarak medya ve popüler kültür üzerinden dillendirilmesi, devlet-aydın ilişkisini geniş muhafazakâr kitleler nezdinde sempatik kılan yeni bir söyleme işaret eder.
Biraz daha açalım: Resmi Türkiye'nin Osmanlı ile ilişkisi anakroniktir. Zaferlerin, fetihlerin Osmanlısı benimsenmiştir ama o uzak geçmişte kalmış adeta destansı bir hikâyedir. Yakın geçmiş ise her türlü geriliğin, fenalığın, ihanetin temsil edildiği bir medeniyetin temsilcisi olan Osmanlıdır. Bu nedenle Osmanlı ile Cumhuriyet elitinin ve resmi ideolojinin ilişkisi radikal biçimde birbirinin zıddı olarak konumlandırılmış, karanlıkla aydınlığın ayrıştığı iki medeniyet algısıyla şekillenir.
Bu radikal kopuşun ne kültürel, ne sosyolojik, ne de tarihsel gerçekliğinin olmadığını, zamanla Osmanlı ile barışmak gerektiğini düşünen devlet aklı, popüler düzeyde Osmanlıyla barışma, hatta onu sevdirme amaçlı entelektüel, medyatik girişimlerde bulundu. 'Cumhuriyet'le Osmanlı'yı barıştırmak' gibi meşrulaştırıcı bir gerekçesi olsa da bunun derin amacı, yine aynı anlayışla bağlantılı daha farklı bir projeydi.
Osmanlı-Cumhuriyet ilişkisini bir karşı-devrim kamplaşmasından çıkarıp tarihsel sürece dayandıran bu akademik, entelektüel dil, uzun vadede statükoyu tahkim eden 'sentezci bir Cumhuriyet aydınlanmasına' hizmet etti. Muhafazakâr, sol, milliyetçi tonlarına rağmen bu sentez, ana fikirde ulus-devletin ve onun ideolojisinin tahkim edilmesini sağladı. DEVAMI>>>