Bu köşe, günlük siyasetin dışındadır. Ancak, günlük siyasetteki bocalamalar, tıkanmalar, kimi hastalıklardan kaynaklanıyorsa, bunlar elbette nesnel biçimde değerlendirileceklerdir.
TBMM'de temsil edilen küçük bir partiye karşı, Anayasa Mahkemesinde (AYM) dava açılınca, siyasetçi şöyle konuşmuştu: 'Türkiye Cumhuriyeti, hukukun üstünlüğüne yaslanan bir devlettir. Yargı bağımsızdır. Yargının önüne gelmiş konularda görüş bildirmek, yorum yapmak hukuksal ve etik olarak yanlıştır'.
Bu doğru ve sevindirici bir duruştu.
Hukuk bilincinin geliştiği her hukuk toplumunda takınılacak tutum, kuşkusuz böyle olmak gerekir.
Ne var ki, benzeri bir dava büyük bir partiye karşı açılınca, yalnızca partiden değil, istikrar kaygısıyla toplumun başka kesimlerinden de sesler yükselmeye başladı.
Bir bakıma bu tepkiler doğaldı.
Hakkında ölüm cezası istenen her insandan, bundan etkilenecek her bireyden böylesine tepkiler beklenir.
Ancak, hukuk açısından yerinde değildi, bu tepkiler.
Birincisi, yukarıdaki doğru duruş çok çabuk unutulmuştu, çelişkiye düşülmüştü.
İkincisi, tepkiler, eşitlik ilkesine aykırıydılar.
Üçüncüsü, her önüne gelen, konunun uzmanı olmadığı halde, iddianamede ileri sürülen iddiaları ele alarak ya çürütmeye ya da doğrulamaya çabaladı.
Bir kez daha hukuk toplumunun gerisine düşmüştük.
Derken, bir dizi gözaltı olayı yaşandı.
Savcılar, görevlerini yapıyorlardı, kuşkusuz.
Ancak, bu görevin yapılış biçimi, toplumda kaygılar uyandırdı. Yetmişini, seksenini aşmış, yeri yurdu belli, kaçma ve kanıtları karartma kuşkusu olmayan, kamuoyunca yakından tanınan ve, toplumun bir kesimince görüşleri benimsenmese de, saygı duyulan insanların, derin uykularında iken, gece yarısı gözaltına alınmaları, ancak onlarca saat sonra anlatımlarına başvurulması kaygı vericiydi.
Yargı bağımsızlığının kökeninde yatan felsefe şudur: Bağımsız yargı, yansız ve nesneldir. Güçlünün de, güçsüzün de sığınacağı en güvenilir limandır.
Ancak bu bağımsızlık, özenle kullanılmadığı takdirde beklenenin tam tersi sonuçlar doğurur.
Bu yüzden yargıda görev alanların yetkilerini kullanırken kristal özeni göstermeleri zorunludur.
Yargı, elbette güçlüdür. Ancak asla korku/dehşet saçma, güç sergileme odağı değildir. Olamaz da.
Yargı, herkese güven ve hakkını veren, kışkırtmalara ağırbaşlılıkla karşı ve herkese eşit uzaklıkta duran odaktır.
Bu odakta görevler, yasalara ve insancı değerlere uyularak yapılır.
Görevin yapılış biçimi, insanları rahatlatır da, ürkütür de.
Rahatlayan insan, sabahın saat yedisinde kapısını çalanın gazete dağıtıcısı olduğunu bilir.
Ürken insan, aynı saatlerde kapısını çalanın gazete dağıtıcısı olduğundan emin değildir.
Demokrasi ile demokrasi karşıtı rejimler arasındaki ayrım da budur.
Ürken insanlar toplumunda, kuruntulu/yapay suçlamalar birbirini izler.
'Yargı muhtırası', 'misilleme harekátı' gibi sanal kavramlar, ortalıkta uçuşmaya başlarlar.
Bunalım(lar), artık kapıdadır.
Toplum, 'yarın bir şeyler olabilir' kaygısına sürüklenir.
Kimileri, bütün toplum kesimlerine sağduyu çağrısı yaparlar.
Evet, sağduyu. Doğru.
Serinkanlılık. Doğru.
Ağırbaşlılık. Doğru.
Ancak, acaba bunlar yeterli mi?
Kanımca hayır.
İlkin, ortak değerlerde birleşmek, uzlaşmak gerekir.
Bunların başında demokraside ve boyutlarında uzlaşmak gelir: Özgürlükçülük, çoğulculuk, katılımcılık.
Demokrasinin bu vazgeçilemez boyutları ile laiklik, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar, ilkeler arasında zorunluluk ilişkisi bulunmaktadır. Üç boyut gerçekleşince, bunlar da yaşama geçerler, ister istemez.
Demokrasi konusunda gidilecek yolu aydınlatan nice uluslararası bildiriler, Kopenhag ölçütleri gibi belgeler, sözleşmeler, yargı kararları var. Uzlaşmak için ille de birbirimizi hırpalamaya gerek yok.
Bizler ise, bu metinleri benimsemekte bile duraksıyoruz.
Oysa, bu metinlerdeki haklar ve özgürlükler nice kanlı kavgalarla kazanıldılar.
Onlar üzerinde gereksiz tartışmalarla zaman yitirmeyelim.
Uzlaşacağımız ikinci konu da sağlıklı tartışmayı başarmaktır.
Bunu gelecek yazıda irdeleyeceğim.
Ancak, yazımı bitirmeden önce meslektaşlarıma da bir çift sözüm var: Yargısal işlemler, yöntemler, topluma dinginlik ve güven vermeli, kimseyi ürkütmemelidir.
Yargının vereceği ileti bellidir: Partileri insanlar değil, yasalar kapatırlar. İnsanları insanlar değil, yasalar cezalandırırlar.
Kaynak: Star