Somut olan dil, gündelik hayata aittir ve ağırlıklı olarak somut insanın düşünce ve tutumlarını ifade eder, çünkü somut insan somut dille konuşur. Demokrasi vasat insanın rejimidir, demokrasilerde başarılı bir siyasetçinin kullandığı kelime sayısı 300–500 kelime civarındadır. Keza modern dünyada normal, sıradan insanların da kullandığı gündelik kelime sayısı daha fazla değildir. Özellikle medya dili giderek yoksullaştırmaktadır. Siz, meramınızı 300–500 kelimeyle dile getirmeye çabalıyorsanız, burada üç ihtimal söz konusudur:

a) Meramınız hayli güdüktür,

b) Kullandığınız dil yoksuldur,

b) Siz bu kadarını yapabiliyorsunuzdur.

Divan ve tekke edebiyatının şairleri, mesela Fuzuli, onbinlerce kavramı kullanarak şiir yazmışlardır. Fuzuli'nin dil hazinesinde onbinlerce kavram vardı, duygularını söz konusu kavramların zengin deryasından yararlanarak ifade ediyordu. Eğer 300 kelimeyle konuşmaya çalışıyorsanız ve bu da yeterli gelmiyorsa –ki elbette yeterli gelmeyecek, böylelikle giderek lal olacaksınız-, o zaman el-kol hareketleri ön plana çıkacak, "nutk, natıka ve mantık"ın tezahürü olan "lisan" yerine "beden dili" konuşmaya başlayacaktır; daha doğrusu meramınızı kelime ve kavramlarla değil, beden diliyle ifade etmeye başlayacaksınız. İşte o zaman, kahvedeki insan, "baksana el-kol hareketlerine, bu adam kabadayı, bizden" der ve arkanıza takılır. Kitlelerin onayını ve desteğini esas alan demokrasilerde siyasetçileri başarılı kılan veya geriden iktidarı yönlendiren iktidar seçkinlerinin vitrine sürdükleri vasat siyasetçi, beden dili olan siyasetçi olmaktadır. Kelime ve kavram dünyası yoksul, ama beden dili etkili vasat siyasetçi, demokrasinin avantajlarını kullanarak "lider" seçildiğini ve sahiden ülkeyi kendisinin yönettiğini zanneder. Vasat siyasetçi(ler) ve seçmen de, demokrasilerin sahiden halkın kendini yönetme fırsatını verdiklerini düşünüp mutlu olmaktadırlar. Lisanın lallaşıp yerini beden dilinin alması sürecine medya büyük ölçüde hizmet etmektedir. Araştırmaların gösterdiğine göre, medyanın bir mesajı alıcıya iletmesi için 12 yaş zekâ algısını, kavrama kapasitesini referans alması gerekiyor.

Demokrasilerde, ülkeleri gerçekte kimlerin yönettiğini anlayabilmek için, en gelişmiş olanlarına, mesela Amerika'ya bakmak lazım. Barack Hüseyin Obama'dan önce George W. Bush, ABD'yi tam iki dönem, yani iki sene yönetti. Bush, 38 yaşına kadar barlarda kafayı çeker, hatta alkolizm müptelasına kapılmışken, "derin Amerika" onu adeta yeni bir işlemden geçirip siyaset sahnesine sürdü. Birçok vasat siyasetçi gibi konuşması pek düzgün değildi, İngilizce'ye hakimiyeti konusunda yaygın kuşkular vardı ve hepimizin de yakından tanık olduğu gibi sık sık konuşmalarında önemli hatalar yapar, herkesi kıs kıs güldürürdü. Tabii ki hiç kimse, ABD'yi Bush, kendi aklı ve zekası, bilgi birikimi ve özgür iradesiyle kritik kararlar verip yönettiğini düşünmedi. Herkes, biliyordu ki, Bush'un arkasında güçlü lobiler –mesela Yahudi lobileri, silah tüccarları ve küresel petrol şirketlerinin kodamanları-, yakın çevresinde de son derece sofistike eğitim almış, özel işlemlerden geçmiş, gerçekten zeki, birtakım odaklarla bağlantılı uzmanlar, danışmanlar, yardımcılar vardı.

Tabii ki bundan siyasilerin veya yöneticilerin danışman kullanmayacakları, karar verirlerken uzman-ehil kişilerle danışmayacakları anlamını çıkarmamak lazım. Hayır, maksat bu değil. Yöneticiler başkalarıyla danışmadıkları zaman rejim otokratlaşır, lider paranoitleşir. Burada söz konusu olan, liderin neden birikimsiz ve hatta bir miktar cahil profillerden seçilip halkın önüne kurtarıcı figün olarak sürüldüğü ve onun cahilane konuşmalarına politik tolerans gösterildiği sorunudur.

"En gelişmiş siyasi rejim" olarak "Amerikan demokrasi"si üzerinden devam edecek olursak, George W. Bush, belki de sadece vitrindeki görünür dekordu, Cumhuriyetçilerin. Neoconların senaryosunu yazıp yönettikleri filmin beyaz perdede başrol oynayan oyuncusuydu, ama kesin olan şu ki, Bush, bu filmin ne senaristi ne yönetmeniydi; lobilerin, derin devletin, şirket ve çıkar gruplarının halk tarafından seçilmiş sözcüleri; filmin başrol oynayan aktörüydü. Rolünü oynadı ve gitti, arkasından yeni bir senaryo yazıldı, yeni bir film vizyona girdi. Belki yapımcılara bakmak gerekir her zaman.