12 Eylül 2010 referandumunun ardından YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın yaptığı çıkışla alevlenen türban tartışması, dün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı adına yapılan açıklamayla yeni bir boyut kazandı.
Açıklamanın en dikkat çekici cümleleri şöyle:
‘Dinsel inanç veya dinsel kurallarla doğrudan ilişki ve bağlantı kurularak yapılan düzenlemeler, hem devrim yasalarını, hem de laiklik ilkesini ilgilendirir. Yükseköğretim kurumlarındaki öğrencilerin giyimlerini düzenlerken türban kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlilik tanımak, kamu hukuku alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırma suretiyle laiklik ilkesine aykırılık oluşturur.’
Sistemin kurucu aklı olarak kendisini gören güç, iki noktanın altını çiziyor. Laiklik ilkesi ve ‘devrim yasaları’. Bu vurguların beraberinde bir ‘tehdit’ içerdiği de çok açık.
Oysa Türkiye’nin yaşadığı değişim süreci tam da bu noktada önem kazanıyor. Toplumsal değerlere rağmen inşa edilen bir ‘devlet aklı’nın işlemez hale geldiği ortada. Bu ülkenin böyle bir zihin dünyasıyla, bunun üzerine bina edilen bir yönetim anlayışıyla ve hepsinden ötesi adaletsiz uygulamalarla yoluna devam etmesi imkansız.
Dolayısıyla da yeni bir aklın ortaya çıkışında toplumsal değerlerin dikkate alınması, siyasi merkezin neredeyse bir asırdan beri devam eden ‘İslam’a ve Müslümanlara mesafeli olma’ alışkanlığını terk etmesi gerekiyor.
Yaşanan çatışmanın özeti bir yönüyle böyle. Başsavcılık adına gelen açıklama, devlet içinde bazı güç merkezlerinin bu soğukluğu ve mesafeyi koruma telaşında olduğunu gösteriyor.
***
Yakın bir tarihe kadar neredeyse siyasetin kaderini belirleyecek kadar etkili hamleler yapmış bir merkezden gelen bu açıklamayı nasıl okumalıyız?
Kuşkusuz bizde devletin dengelerini oluşturan kurumlar, bunlarla dayanışma halinde siyaset üreten partiler, güç odakları, hemen herkes bir şekilde değişim rüzgarının ne denli kararlı estiğinin farkında. Dolayısıyla da bu süreçte direnç noktalarının giderek zayıflaması şaşırtıcı değil.
Peki tam da bu aşamada, böyle bir açıklamanın gelmesi ne anlam taşıyor?
Artık alışageldiğimiz bir okuma yöntemine başvurursak, bu açıklamanın direnci artırmak bir yana, değişim cephesinin elini güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Yaşadığımız ülkede buna dair onlarca örneği vermek mümkün. Sabahtan beri pek çok görüşme yaptım. ‘Bu açıklama AK Parti’nin elini rahatlatır’ diyenlerin sayısı hiç de az değil.
***
Ben o kadar emin değilim. Dilerseniz bir de şuradan bakalım.
Değişim sürecinde AK Parti’ye destek veren bazı kesimlerde, özellikle de liberal olarak tarif edilen çevrelerde son günlerde tırmanan/tırmandırılan bir rahatsızlık var. HSYK seçimleri sonrasında gelen bazı eleştiriler bu duruma örnek gösterilebilir.
Bu çevrelerde, AK Parti’nin değişimi sadece kendi istediği alanlara taşıyarak yola devam ettiği, AB, insan hakları ve genel anlamda demokratikleşme yönünde atılacak adımlar yerine meseleyi ‘türban’ koridoruna sıkıştırdığı yönünde bir algı var. En azından bu kuşkuyu taşıyanlar mevcut.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan gelen açıklamanın, tam da bu kuşku bulutlarının ortasına rastlaması ne kadar tesadüf bilemem. Bu açıklamayı planlayan akıl, bahsettiğim türden bir tartışmadan bir ‘ayrışma’ doğmasına umut bağlamış olabilir.
Bunları geride bırakmanın tek yolu, değişim sürecini doğru ve ittifakları artırarak yönetmek. Aksi takdirde kimin kimle kol kola gireceğini kimse kestiremez.
Kaynak: Star