Geçen haftaya kadar, Kürt milliyetçileri AKP ve 12 Eylül’de anayasa değişikliği paketini kabul ettirmek yönündeki çabaları açısından epey zorluk çıkardı. PKK ve BDP, ihtilaf çözme teorisinde ‘iflah olmaz bozucular’ denilen şekilde hareket etti; sabit tercihleri olan, bu yüzden de anayasal reform sürecine amansızca karşı çıkar görünen aktörler olarak davrandı.
PKK, toplumda korku, öfke ve kutuplaşma atmosferi yaratan terör saldırılarını sürdürdü; referandum yarışının rahat bir şekilde yürümesine izin vermeyen bu atmosfer, iktidar partisinin 1982 Anayasası’nda önerdiği değişikliklerin yararlarına odaklanmasını neredeyse imkansızlaştırdı. Diğer taraftan BDP boykot kampanyasına girişerek, insanları oy vermemeye çağırdı; gerekçesi, önerilerin yeterince ileri olmaması ve seçim barajının düşürülmesi gibi bazı kilit Kürt taleplerini içermemesiydi.
Şimdi birdenbire durum değişti. PKK referandum sonrasına dek ateşkes ilan etti ve BDP de anayasal değişikliklere muhalefetini yumuşatmış görünüyor. Peki ne oldu da böyle oldu? Bu tutum değişikliği geçici bir taktik adım mı, yoksa daha temel bir stratejik değişikliğin habercisi mi?
Dürüst olmak gerekirse, PKK ateşkesi birçok analist tarafından en ince ayrıntısına kadar değerlendiriliyor, fakat benim izlenimim o ki neticede terör örgütünün tartışılmaz lideri Abdullah Öcalan’ın aklından ne geçtiğini kimse gerçekten bilmiyor. Daha önceki örneklerde olduğu gibi, ateşkesin 20 Eylül sonrasında devam etmesi için yine talepler öne sürülüyor. Bu taleplerin büyük kısmının karşılıksız kalacağı muhakkak ve sonrasında ne olacağını kestirmek hâlâ çok zor.
Daha ilginç olanı, Kürt U dönüşünün referandum kampanyası üzerinde derhal yaptığı etki. İktidar partisinin PKK saldırılarının sona ermesinden memnun olduğuna eminim, çünkü 12 Eylül’de ‘evet’i daha kolay savunmalarına imkan veriyor. Bilhassa dikkatleri artık şiddet nedeniyle başka yöne kaymayacak olan Kürtler ve milliyetçi MHP yandaşları, AKP’nin teşvik ettiği 1982 Anayasası karşıtı hissiyata daha açık hale gelecektir.
BDP’nin bundan sonra nasıl davranacağı belli değil. Boykot kampanyasına son mu verecekler?
Bana göre bu akılcı bir karar olur. Başından beri BDP’nin pozisyonunu anlamış değilim. Evet, Kürtlerin bakış açısından iktidar partisine karşı birçok haklı itiraz var: yüzde 10 barajının düşürülmemesi, demokratik açılıma Kürtlerin dahil edilmemesi ve nihayet, ilk önce yargının DTP’yi kapatmasına, ardından yüzlerce seçilmiş Kürt siyasetçinin tutuklanmasına izin vererek sürecin bir bütün olarak durma noktasına getirilmesi.
Öfkelenmek ve hüsrana kapılmak için birçok sebep var. Fakat askeri mahkemelerin rolünün ortadan kalkması ve yüksek yargı kurumlarının reformdan geçirilmesi gibi kilit Kürt talepleriyle iştigal eden anayasal değişikliklere karşı dişe dokunur argümanlar öne sürülmedi. Birçok Kürt 12 Eylül paketinin yeterince iyi olmayabileceğinin farkındaydı, fakat reddetmeyi kaldıramayacakları bir şey olduğu da kesindi. Bütün kamuoyu yoklamaları BDP seçmenleri arasında bile çok sayıda insanın liderlerinin tavsiye ettiğinin aksi yönde davranmayı planladığını gösteriyordu. Kürt örgütlerinden oluşan dikkat çekici bir koalisyon ‘evet’ten yana tavır koydu. Öcalan ve BDP’nin süreci yanlış okuduğu açıkça ortadaydı.
Boykot kampanyasına karşı Kürt toplumundaki güçlü muhalefetin geçen haftaki kararlarda önemli bir rol oynadığına kuşkum yok. Bu kararlara her zamanki gibi, en iyi nasıl ayakta kalınacağına dair kinik hesaplar da eşlik ediyor. İnatçı ‘bozucuların’ bile etki altına alınabildiğini ve farklı bir yönelime mecbur bırakılabildiğini görmek güzel. Kürtlerin büyük çoğunluğu 1982 Anayasası’nı değiştirmenin bariz şekilde çıkarlarına olduğunu anladı ve bunu göstererek, liderlerini taktik bir geri çekilmeye zorladı.
Gelecekte bir gün Kürt sorununa yapısal bir çözüm gündeme geldiğinde, tabandan gelen aynı gerçekçiliğin Kürt liderleri strateji değişikliğine zorlamasını umut edelim. Bu da, hiçbir ön koşul olmaksızın, daha fazla şiddeti reddetmek, azamiyatçı eğilimleri terk etmek ve diğer partilerle, daha çok kültürel özgürlük, sürdürebilir ekonomik kalkınma ve etkin bir yönetime yönelik meşru taleplere dair siyasi diyaloğa girmek anlamına geliyor.
Kaynak: Radikal