Türkiye'ye dışarıda hizmet veren elçilerimizin dış politika üzerine beyin fırtınası yapmak üzere ilk kez Ankara'da yaptığı 3 günlük toplantının finalinde, Dışişleri Bakanı Babacan konukları onuruna bir kokteyl verdi.
Davetin verildiği Ankara Palas'ın bahçesinde, değişik konumlarda karşılaştığımız diplomatlarla hem hasbihal ettik hem de gündemdeki konuları konuştuk.
Konuşabildiğim elçilerin hemen hepsi, sabah 08.30'da başlayıp gece 23.00'e kadar süren toplantı maratonundan memnundu. "Yaz ortasında bu da nereden çıktı?" diyen yoktu. Çünkü hem düşüncelerini paylaşmış, hem hükümetin yaklaşımını bir kez daha öğrenmiş hem de ilgili kurumların sunumlarını dinlemişlerdi.
Bakan Babacan'la da ayaküstü görüşme imkânımız oldu. İran Dışişleri Bakanı Mutteki, Bush'un Milli Güvenlik Danışmanı Hadley ve İran konusunda kafa yoran birçok önemli aktörün temsilcileriyle kritik görüşmeler yaptığı günün akşamıydı. Bunca yoğunluğa rağmen yüzünde pek yorgunluk izi yoktu. Resepsiyonun ardından bazı elçilerle yaptığı özel görüşmeleri bitirmiş; normal tempoda yaşayanların yataklarına doğru yöneldiği bir saatte bakan, KKTC'ye uçmak üzere olan Başbakan Erdoğan'a refakat için Esenboğa'ya doğru harekete hazırlanıyordu. Elçilerin toplantıdan memnun olduğu izlenimimi paylaşınca memnun oldu.
Sonra da kendi mesai düzeni hakkında bir ipucu verdi. Haziran ayında sadece 4 gün Türkiye'de bulunmuştu. Bunu öğrenince, Dışişleri'ni izlemekle görevli diplomasi muhabirlerinden kulağıma gelen serzeniş yerine oturdu. Çünkü muhabirler 'işsiz' kalmaktan, takip ettikleri bakanı dünya gözüyle görememekten şikâyetçiydi. Muhabirlerin bu serzenişini paylaştığımda fazla şaşırmadı. Biz de bakanlığını takip eden gazetecileri kaybetmek istemiyorsa, ilk fırsatta bir kahvaltıda muhabirlerle buluşmasının iyi olacağını şakayla karışık söyledik.
Aslında bu tempoyu anlamak zor değil. Türkiye 100 yılın en kritik dönemeçlerinden birini geçmeye çalışıyor. Demokratik dünyada bir ilk olan iktidar partisini kapatma girişimi ve darbe tezgâhlamaktan terör örgütleriyle işbirliğine kadar birçok suça adı karışan Ergenekon çetesine, içeride normal bir ülkenin 50-60 yılda zor hazmedeceği iki gündemle yatıp kalkıyoruz.
Dışarıda ise içerideki kavganın zıddına, her gün biraz daha yükselen bir diplomasi çıtası var. Dünyanın en kritik konusu İran'da tam saha devredeyiz. Ankara, Suriye ile İsrail arasında resmen arabulucu. Irak'taki, Lübnan'daki bütün denklemlerin ortasındayız. İstanbul, ağustosun ortasında ilk kez yapılacak Afrika Zirvesi'ne hazırlanıyor. Bir yandan sonbaharda BM Güvenlik Konseyi üyeliği için yapılacak oylamaya hazırlanırken, diğer yanda Kıbrıs trafiğini ve AB sürecini ilerletmek gerekiyor.
Ülkemizi izleyenler de Türkiye'nin sırtındaki yükün farkında. Bu gündemi ele alan Financial Times'ın önceki günkü haberine şu cümleyle başlaması boşuna değil: "Türkiye kargaşaya alışık. Malî çöküntülerden askerî darbelere, depremlere kadar ülke kendi payına düşen krizden fazlasına katlanmış gibi görünüyor. Ancak daha önce hiç bugün ortaya çıkan senaryoyla karşılaşmamıştı. Anayasa Mahkemesi'nin 11 hakimi, ülkenin en yüksek yargı organının 46 yıllık tarihindeki siyasi olarak en tartışmalı davasını görüşmeye başladı..."
Elçiler resepsiyonuna Ankara'daki yabancı elçiler de davetliydi. Tempodan şikâyetçi olan yoktu; ama Türk ve yabancı elçilerin kafasındaki ortak kaygı, siyasi çalkantı yüzünden geçen yazı tatilsiz geçirdikleri gibi bu yılı da tatilsiz geçirip geçirmeyecekleriydi. Belli ki parti kapatma ve diğer gelişmeler tatili şimdilik imkânsız kılmıştı. Nitekim ABD Büyükelçisi Wilson'a tatil programını sorunca, gülerek henüz planlayamadığını söyledi. Ancak kapatma konusundaki iyimser havayı o da paylaşıyordu. Yorum yapmadı, sadece eşini tatile gönderdiğini söylemekle yetindi. Tablonun büsbütün umutsuz olmadığına bir işaretti.
Ülkemiz kronik hastalıklarından kurtulacak; demokrasisi ve ekonomisi düze çıkacaksa, herhalde hepimiz birkaç yaz daha tatil yapmamaya razı oluruz. Ama biz istikrar ve demokrasi derken, en hatırlı kişilerle koyun koyuna yatan birileri 'kaos kaos' diye çığırırsa, kolay kolay huzura kavuşabilir miyiz? İsterseniz, Ergenekon terör örgütü zanlısı İlhan Selçuk'un iddianameye yansıyan, 7 Şubat 2008 tarihli telefon konuşmasına bakın: "Şimdi yalnız iki tane şey var, eğer kapatma davası açılırsa, bir de üstüne ekonomik kriz gelirse, Türkiye biraz karışırsa belki bir umutlar doğabilir, yani." Bilmem fazla söze hacet var mı?
Aslında bugün Eslen Paşa'nın son yazıma gönderdiği açıklamayı yayınlayacaktım. Gündem yüzünden, bir sonraki yazıya kaldı. Umarım, Eslen Paşa kusura bakmaz.
Kandilinizi tebrik eder, milletimize iç ve dış pisliklerinden arınmış bir ülke dilerim.
Kaynak: Zaman