Davos olayının Erdoğan'a Ortadoğu'da kazandırdığı sempatiyi doğru okumakta fayda var. Oysa iş geldi, Nasır benzetmesine kadar dayandı. Yok, o kadar da değil.
Ortadoğu'da, toplumları ile bağları kopuk, türlü otoriter rejimlerin ABD ve Batı ile işbirliği içinde yürüttükleri siyasetlerin yarattığı tepki ve öfke birikiminin dışa vurma halinden bahsediyoruz. Ancak, buna Türkiye'nin Ortadoğu'da üstlendiği yeni ve aktif rolü ekleyip, olayı abartmanın ve bir Nasır etkisi beklemenin anlamı yok.
Öncelikle, Nasır bir Arap lideriydi, söylemi ve karizmatik gücü, tüm Arapların o dönemde henüz canlı olan pan-Arap birliği özlemlerine denk düşüyordu. Diğer taraftan, Nasırcılık da eklektik ve alabildiğine popülüst de olsa, ideolojik bir boyuta sahipti. Ve son olarak, Nasır, bölgede eski sömürge güçlerine karşı, Batı'dan bağımsız, sosyalist dalgadan etkilenmiş bir alternatifi temsil ediyordu. Dünya tablosu, Soğuk Savaş cepheleşmesi çerçevesinde belirlenmişti. Nasır, Bağlantısızlar Hareketi'nin önemli bir fügürü idi. Bir NATO ülkesi ve ABD müttefiki olan Türkiye'nin ve onun bu paradigma çerçevesinde siyaset yapan bir liderinin bölgede, zamanında Mısır'ın oynadığı role benzer bir rolü oynaması imkânsız.
Diğer taraftan, Arap dünyasının Gazze olayında sergilediği bölünmüşlük, özellikle Mısır'ın tavrına karşı yükselen tepki bir vaka. Ancak, Mısır'ın geldiği noktaya çok uzun bir sürecin sonucu geldiği de bir gerçek. Mısır, Filistinliler için, İsrail ile üç kez savaştı ve ciddi bedeller ödedi. Aynı dönemde Türkiye'nin Filistin diye ciddi bir sorunu yoktu. Dahası, İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke idi. Ve dahası, Süveyş krizinde (1956), yani İsrail, İngiltere ve Fransa ile gizlice anlaşıp Mısır'a saldırdığında, Türkiye saldıranların yanında yer almıştı. Hal böyleyken, akşamdan sabaha Ortadoğu sahnesine çıkıp, Mısır'a haddinden fazla yüklenmenin de hakkâniyetsiz ve yakışıksız olduğunu düşünüyorum.
Bu noktada, bir hususu daha hatırlamakta fayda var. Son zamanlarda tedavüle çıkan, Türkiye'nin Ortadoğu'ya ilgisiz tavrının nedeninin Cumhuriyet Devrimi, onun Batıcı ideolojisi olduğu ve AKP iktidarıyla bu bağın yeniden tesis edilmeye başladığı tezi veya bu tezden yola çıkan iddialar doğru değil. Ortadoğu ile bağımızın kopmasının en önemli nedeni, Soğuk Savaş döneminde ayrı cephelerde bulunmuş olmamız. Nitekim, bu dönem boyunca bugünkü AKP siyasetinin öncülleri olan sağ-muhafazakâr iktidar, parti ve siyasal çevrelerin Ortadoğu ile yeniden bağ kurmak gibi bir çabaları yoktu. Dahası, İsrail ile sıkı ittifak ilişkilerini kuran, çok partili dönemin muhafazakârlarını temsil eden DP iktidarıydı.
Soğuk Savaş sonrasında dengeler değişti, sonra 11 Eylül'ün ardından yeni bir tablo oluştu ve nihayet Irak işgalinin Ortadoğu'yu sürüklediği yerde, İran'ın bölgede artan etkisi, Türkiye'ye yeni bir alan açtı. Davos'ta yaşanan olay, başka bir dönemde yaşansaydı, ciddi bir uluslararası kriz olacakken tam da bu nedenle geçiştirildi.
Türkiye'de tüm koparılan gürültü içinde ihmal edilen çok önemli bir nokta var; Hamas'ın umudunu İran'a bağlaması yerine, Türkiye'ye sempatisinin artması Batı için tercih edilen bir durumdur. Başbakan'ın deyimi ile 'monşer' diplomatlar kuşağının veya onlar gibi düşünenlerin algılamakta zorlandıkları husus bu.
Bu nedenle onlar olayı fazlasıyla 'sorunlu' görüyorlar, yine aynı nedenle diğer bazıları övgü ve beklentinin dozunu fazlasıyla yüksek tutuyorlar. 'Davos fatihi' söyleminin kaynağı da, Davos felaketi söyleminin kaynağı da, olayı dünya tablosu içindeki yeri içinde görmemek veya görmek istememek. Oysa, üslup meselesi dışında, Türkiye'nin, içinden Davos geçen, yeni Ortadoğu serüveni ancak bu genel resim içinde okunursa anlamlı olur.
Radikal