DYP ile Anavatan arasında, akim kalan birleşme teşebbüsü bağımsız bir "durum incelemesi"ne konu olacak kadar zengin dersler içeriyor. Türkiye'de siyasetin görünmeyen yüzünü merak edenlerin, bu olaydan çıkartabileceği çok fazla sonuç var.
27 Nisan Bildirisi sonrasında kaleme aldığım "Sivil Darbeciler" başlıklı yazıda Erkan Mumcu'yu kastederek, "Askerin ipiyle kuyuya inenler hayatlarının geri kalanını o kuyunun dibinde tamamlamak zorunda kalırlar." demiştim. Karşımızda duran net bir sonuç: Anavatan lideri seçime bile giremeden tasfiye edildi.
DYP-Anavatan ittifakının gerçekleşmemesi, 1980'lere damgasını vuran bu partinin bir tabela partisi haline geldiği anlamına geliyor. Artık Anavatan diye bir parti yok, Erkan Mumcu'nun adını da, eski günlerden söz ederken yani sadece tarihe tanıklık ederken duyacağız. DYP, bu birleşme teşebbüsünden Anavatan kadar zararlı çıkmadı; ama Mehmet Ağar, Anavatan'a angaje olmadan yoluna devam etmiş olsaydı, bugün daha iddialı bir noktada olacaktı. Karşımızdaki manzara, aslında seçim sonrasında oluşması gereken bir hesap olmalıydı. Muhtemelen Merkez Sağ'da DYP, AK Parti'nin potansiyel rakibi olarak varlığını sürdürecek, 2011 yılında yapılacak seçimlerde belki de iktidar adayı olacaktı. Bugün o şansını da kaybetmiş görünüyor. AK Parti, daha seçime girmeden siyasî yelpazede kendisine yakın duran rakiplerini tasfiye etmiş bulunuyor.
Bu, erkene alınmış sonucun mimarları kim?
Bilinen senaryonun içine sağdaki ittifak teşebbüsünü ve sonucunu yerleştirelim. Merkez Sağ'da ve Sol'da ittifak teşebbüsleri eşzamanlı olarak başladı. Yelpazenin sol tarafı tamamlandı. Sağ tarafı fiyasko ile sonuçlandı. Gösterilen ortak hedef, Merkez Sağ'ı ve Sol'u toparlayarak seçim sonrasında bir iktidar alternatifi oluşturmaktı. Devlet Kurumları Partisi, bir yandan anti-AK Parti blokunu pekiştirecek, diğer yandan da AK Parti'yi enterne ederek zayıflatacaktı.
Peynirin bu kadar büyük, mesafenin de kısa olması farenin aklını karıştırır. Belki de havuç ve sopayla motive olan tavşan benzetmesi duruma daha uygun. İstenen sonuç elde edildi ve AK Parti'nin cumhurbaşkanını seçmesi engellendi. Geçmişe bakıp şu soruyu tekrarlayalım: Doğal mecrasında cumhurbaşkanının seçilememesi ilk elden kimin eseriydi? Anavatan grubu Meclis'ten kaçmasaydı, böylelikle sorun mahkemeye taşınmasaydı sonuç ne olacaktı? 27 Nisan Bildirisi'nin hedeflediğini tek başına Anavatan ve lideri Erkan Mumcu sağlamadı mı? O zaman, bu sürecin ilk zayiatı neden Erkan Mumcu oldu?
Merkez Sağ'daki fiyaskodan siyasetin bütünü için ders çıkartmak isteyenlerin bu sorunun cevabına odaklanması lazım. Devlet Kurumları Partisi aslında siyasetin bütününü tanzim etmiyor; etmeye de niyetli görünmüyor. Karşımızda çok daha basit ve sınırlı bir operasyon var. DKP ortalığa tehdit ve dehşet yayarak, sadece ve sadece CHP'ye destek veriyor, CHP'nin önünü açıyor, CHP'yi parlatıyor. Yani sağ gösterip sol vuruyor.
Türkiye'de bir askerî darbe ihtimali mevcut değil. Sadece bir merkez, darbe korkusu yayarak siyaseti tanzim etmeye çalışıyor. Tanzim edilen siyaset ise CHP'yi tahkim etmekten ibaret. Birleşmenin Merkez Sağ'da çökmesine rağmen, Sol kanatta yoluna devam etmesi bu yüzden. "Darbe tehdidi"nin tek başına CHP'yi daha kuvvetli ve iddialı hale getiren bir stratejinin parçası olduğunu fark etmeliyiz.
Darbe korkusunu bilinçli veya bilinçsiz yayanların CHP'nin ekmeğine yağ sürdüğü ortada değil mi? Darbe ne kadar ciddi bir tehlike olarak önümüzde duruyorsa, CHP bu işten o ölçüde yararlı çıkmayacak mı? Merkez Sağ'da birleşme hayallerinin suya düşmesinin ilk elden AK Parti'ye yaradığı doğru. Ama asıl kârlı çıkacak parti CHP değil mi? Şu sorunun cevabını kim verecek: CHP neden ilk defa bu seçimde Merkez Sağ'ın parlak isimlerini vitrinine yerleştirdi? Önceden bildiği bir şey mi vardı? Mesela, Merkez Sağ'da ittifakın gerçekleşmeyeceği bilgisine öteden beri sahip miydi?
"Darbe" ile "darbe tehdidi" arasındaki farkı kavrayanlar, önümüzdeki süreçte daha az hata yapacaklar. Erkan Mumcu'nun kısa siyasî kariyerine koyduğu nokta, bu farkı merak edenlere zengin ipuçları sunuyor.