Fabrizio Tassinari ve Mona Kanwal Sheikh

Çoğu kişinin dikkatinden kaçmış olabilir ama Danimarka, medeniyetler çatışmasının ortasındadır. Gerçek bir savaş olmayabilir fakat bazı Danimarkalılar arasındaki çatışma, İslam ve Batı arasındaki çatışma hattını pekiştirmektedir.

Her şey birkaç hafta önce ülkenin sâbık İslam eleştirmeni Lars Hedegaard’ı başarısız öldürme teşebbüsüyle başladı. Tetikçinin kim olduğu hakkında hiçbir bilgi olmadığı ve polis, olayın ardındaki sebebi henüz tespit etmediği halde Başbakan Helle Thorning-Schmidt dâhil diğer siyasiler bu trajik saldırıyı çabucak ifade özgürlüğüne bir saldırı olarak çerçevelediler.

Etkili politikacılar ve kanaat önderleri geçen Perşembe ülke meclisinde apartopar düzenlenen bir toplantıda ifade özgürlüğünün saldırı altında olduğunu, müdafaa edilmesi gerektiğini söylediler.

Danimarka’daki tartışmanın tınısı ve özü, 2006’daki karikatür krizinde olduğu gibi ülkeyi yine Batının büyük bir kesimiyle anlaşmazlığa sokuyor. Dünyanın geri kalanına başbelası bir taşma etkisi de olabilecektir.

Ancak 2006’da Danimarka’da yayınlanan Jyllands-Posten gazetesinde Peygamber Muhammed karikatürlerinin yayınlanması merkezli öfke öncesinde bile ülkede ifade özgürlüğü ve Batı değerleri tartışması yoğun bir şekilde yapılıyordu. Haberlere göre, muhafazakâr Fogh Rasmussen 2001 Kasım’ında iktidara geldikten hemen sonra “beğeni tayin edenlere” karşı “kültürel mücadele” çağrısı yaptı. Rasmussen hükümetini destekleyen göçmen karşıtı Danimarka Halkı partisinin de benimsediği bu gündem hızla Müslüman göçmenlerden ve İslam’dan kaynaklanan sözde tehditlere karşı “açık açık konuşma ihtiyacını” vurgulamaya döndü.

Karikatürlerin yayınlanması, Danimarka’nın kendi kendisini sansür pençesine attığı anlatısının arkasından geldi ve Ortadoğu’da, Asya’da geride onlarca ölü, yüzlerce yaralı bırakan şiddetli gösterilere yol açtı.

Tüm bu yaşananlarla ilgili olarak Danimarka’yı tuhaf kılan, ifade özgürlüğü hakkındaki merkez söyleme, bu hayati “Batı değerini” dinci köktencilerin saldırısından korumak için ülkeyi sıkıştırıp duran ve genelde misyoner tınılı muhafazakâr seslerin hâkim olmasıdır. Daha ılımlı duruş sergileyenler, ifade özgürlüğünü benimseyip hoşgörü ve hassasiyeti savunanlar dahi uzun zamandır savunma durumundalar.

Bu ise ABD’de  “Müslümanların Masumiyeti” adlı videonun YouTube’a yerleştirilmesinden sonra verilen tepkiyle çelişmektedir. Bu video, İslam dünyasında öfkeli gösterilerin kıvılcımını çaktı. Fakat serpintileri sınırlandırmaya çalışan Batılı liderlerin verdiği tepki genel olarak dengeliydi. AB dış politikasından sorumlu Catherine Ashton, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliğiyle ortak bir beyanat hazırlayarak “düşmanlığı ve şiddeti kışkırtma hükmündeki her dini nefret savunuculuğunu” kınadı. “İfade özgürlüğünü eksiksiz olarak tanımakla birlikte tüm peygamberlere saygı duymanın önemine inanıyoruz” denildi.

Şaşırtıcı değildir, Danimarka’daki tepki, Danimarkalı bir yorumcunun Wall Street Journal’da yayınlanan ve AB’nin ahlâki liderlikten çekildiğini ve liberal demokrasilerin ifade özgürlüğü adına savaşmak bile istemediklerini savunduğu yazısının yansıttığı büsbütün farklı bir tını taşıyordu.

Hedegaard’a yapılan saldırının ideolojik amaçlı olduğu ispatlansa bile tüm bunlardaki sorun, Danimarka’nın her bir olayı Batılı değerlerin varoluşsal tehdit altında olduğunun delili sayması, ideolojik bir savaşa tutuştuğumuzu savunan köktencilerin dünya görüşünü onaylıyor olmasıdır. İfade özgürlüğü radikalleri, bu görüşü reddetmek yerine, köktencilerin eline oynamaktadırlar.

İfade özgürlüğü bayrağı altında çalışan İslam karşıtı hareketler ve merkez siyasi partilerin ideolojik ifade özgürlüğü gündemini kucaklaması, daha derin bir paradoksun parçasıdır. Dünyanın en kucaklayıcı bölgelerinden biri olarak hayranlık duyulan İskandinavya, küreselleşmeye ve göçe karşı Batıda en iyi örgütlenmiş halk hareketinin ortaya çıkışını besleyen bir tepkiye şahitlik ediyor. Danimarkalılar Hedegaard’a yapılan saldırıyı henüz tartışırlarken komşu Norveç’teki yetkililer, ülke meclisine saldırma tehdidinde bulunduğundan dolayı bir kişiyi tutukladılar. Bildirildiğine göre tutuklanan kişi, bir Danimarkalının kurduğu İslam karşıtı bir Avrupa hareketinin üyelerinden biri.

Tüm bunlardan ne çıkarmalıyız? Danimarka tecrübesi bize bir şeyler öğretecekse o da ifade özgürlüğünü ideolojiye tahvil etmenin, çatışmayı beslemekten başka bir şeye hizmet etmeyen tehlikeli bir gelişme olduğudur. Dünyadaki ılımlı politikacıların her köşebaşında çatışma öngören siyah-beyaz dünya görüşünü göğüslemek gibi göz korkutucu bir görevleri var. Başarısız oldukları takdirde, sonu gelmeyen yeni karikatür krizleri hatta daha kötüleri için hazırlıklı olmalıyız.

Yazarlar hakkında: Fabrizio Tassinari, Danimarka Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde Dış Politika Çalışmaları müdürü; Mona Kanwal Sheikh, aynı enstitüde Doktora Sonrası Araştırmacı.

Kaynak: Cnn

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın