Mekke'ye ulaşmak için kilometrelerce yürüyen 35 Kazak'la ilgili haberler yer aldı geçtiğimiz günlerde gazetelerde. (Belki televizyon kanallarında da yer buldu bu haber, emin değilim.) 35 Kazak İran'ı geçti, Gürbulak sınır kapısından giriş yaptı, kendi görkemiyle sarhoş, başı dumanlı Ağrı ve içine kapalı Küçük Ağrı ile karşılaştı. 

81 yaşında bir eski hacı da var aralarında. Onlar yürüyor, eşya dolu 2 otobüs de peşlerinden geliyor. Sınırdan Türkiye'ye ulaşmanın sevincini yansıtan sloganlar atarak geçiş yapıyorlar: İşte, bir kademe daha yaklaşıldı menzile. Ağrı görüldü, geçildi; Hira da görülecek. Hac yolunda Türkiye'yi geçmek için kendilerine bir ay süre tanımışlar. Her gün aldıkları yol, ortalama 30 kilometre. Arada kamp kuruyor, soluklanıyorlar. Girdikleri her ülkede kafileri yeni katılımcılarla genişlesin istiyorlar. Bu, 81 yaşındaki Salgarayev Seitkazi'nin ikinci kez gerçekleşen yaya hac seferi olacak.

Kazaklar benim ve benim neslimin rüyasını gerçekleştiriyorlar bir bakıma. Yürüyerek, mümkünse çıplak ayakla adım adım mesafe katederek, dağ tepe aşarak, sınırlardan geçerek hacca gitmek isterdik.

Yemen ellerinde Veysel Karani, taca tahta sırtını dönmüş padişah İbrahim Ethem, Asisi yollarında Saint Fransisco, dikişsiz ak kumaştan elbisesiyle Arafat'ta vakfeye duran Ali Şeriati… Çıplak ayakla Mekke'ye doğru yol alırken, ehramı andıran beyaz elbiselerimiz olacaktı üzerimizde. Sureler okuyarak ilerleyecekti kafilemiz. Yürüyen Kur'an olan peygamberimizin izinde, adım adım ilerlerken hatimler indirecektik.  Müslüman bu dünyada, bir ağacın altında bir süreliğine dinlenerek geçip giden bir yolcunun bilinciyle yaşamalıydı. Bunu Hacc yolunda nefislerimize öğretmeye çalışacaktık.

Belki de  caydırıcı bir sürü sebeple karşılaşacaktık. Mesela güvensiz sayılacaktı yollar. Salgın hastalıklardan, terörden söz edilecekti. Hac ziyaretini bir sonraki seneye erteleme sebepleri de eksik olmayacaktı: Bir çocuk hastalıklı doğacak, bir anne kalp kriziyle hayata veda edecekti. Bir yaşlı yatalak olacak, bir genç çift yollarını ayıracaktı. Bir delikanlı Afganistan dağlarında kaybolacak, bir genç kız okula gidemez olunca evlenmeye karar verecekti. Yaslar da bir erteleme sebebiydi, şenlikler de… Sebeplerin hepsi Hacc rüyasının sağlamlığı yanında yetersiz  kalırdı;  anlaşılan henüz hazır değildik, yalın ayak yürüyerek Kabe'ye doğru yola çıkmaya. 

Peygamberimiz, yolların kadınlar için güvende olacağı bir gelecekten söz etmişti.

Mekke'de, Hicretin zaruretini haber veren yıllar… İnkârla çalkalanmaya devam ediyordu şehir, bunun bir sonucu olarak zayıflar baskı ve işkenceye maruz kalıyor, güçlüler daha bir sarılıyorlardı iktidar araçlarına.  Bir taraftan da ona inananlar, vaad edilen zaferin ne zaman gerçekleşeceğini sormaya devam ediyorlardı.  "Allah bu işi tamamlayacak;" diyordu Kureyş'in zulmettiği zayıflardan olan ve kendisinden yardım istemeye, dua talebinde bulunmaya gelen Habbab'a; "öyle olacak ki San'a'dan Hadramevt'e giden bir yolcu (kadın) Allah'tan başka bir korku taşımayacak. Sürüsünü kurtlardan başka bir tehlike tehdit etmeyecek. Fakat sizler acele ediyorsunuz."

Yollar tuzaklarla dolu olsa da ıssız sayılmaz bugün. İnsanlar sürekli adres değiştiriyor, uzak adreslere yöneliyorlar. Kimisinin yola çıkışı salt bir dönüş adresi edinme umuduyla gerçekleşiyor.   Çalınacak bir kapı, özlenen bir bahçe, bir mutfak… Hoşça karşılamalar, bir kalabalıkla uğurlamaların hatırasıyla birlikte… "Söylediğim her sözü geri alabilseydim, her şeyden vazgeçerdim, gidecek bir yere sahip olmak için sırf…" diye geçiyor ya Linkin Park'ın bir şarkısında… (Öyle Linkin Park dinleyicisi değilim, etrafımda bu grubun şarkılarını dinleyenler var lakin.)

Sabit, güvenilir, yol almaya değecek pek az yer kaldı. Atalarımızın evlerinin harabeye dönüşmesine, bahçelerine kıran girmesine seyirci kaldık. Taş köprüleri yıkıp geçen ihmalleri umursamadık. Su değirmeni sadece 19. yüzyıla özgü lirik şiirlerde yer bulmuş bir imge olurdu ancak. Tarlalar nadasa terk edilmedi, tamamen boşaltıldı. Taşlı tarlalara dönüştü her biri. Kimse geri dönmeyi aklından geçirmezdi başlangıçta. Geri dönüş ancak kaybetmişlerin yüz karası olurdu. Hem kolay mıydı geri dönüş… Bir kere taşınılan yerde gecekondular kurulmuş.

Ha deyince de yola çıkamazdı insan zaten, nereye olursa olsun. İyi duygular, iyi niyetler, yeryüzünün bütün insanlarına aynı açıklıkla ulaşamazdı. İnsan bir bakıma hala vahşi cangıllarda yaşıyor. Çölleri aşmayı tasarlamak bir mecnunun aklının karı olabilir ancak.

Performans sanatçısı Pippa, "Barış Gelini" olarak adlandırmıştı kendini. Çıplak ayakla olmasa da kutlu bildiği amacı uğruna bir başına yollara düşmüştü. Filistin sorununa ve dünya barışına dikkatleri çekmek için Milano'da başlattığı yürüyüşünü Telaviv'e kadar sürdürmeyi planlıyordu. Ak gelinliğinin onu ırak yolların bilinen kötülüklerden koruyacağını mı düşünmüştü… İşte, bütün iyi niyetimle düşüyorum yollara, leke düşmemiş kalbimi yansıtan bir gelinliğe bürünmüş olarak; niyetimi anlayın insan kardeşlerim, yardım edin bana, açın yollarımı… 

Bir tarafta hızlı trenler, öte tarafta bin bir türlü tedbirle korunan sınırlar… Ha, deyince yola düşebilen insanlar, hac yolcuları… Yüreğin arap atları uzakları yakın eyliyor. Kafile, bütün iyi niyetiyle, kötülükleri sakındırıyor. (Pippa da kara kalpli haramileri uzağında tutacak genişlikte bir kafileyle yola çıksaydı ya!) Orada bütün müminlere adres olan bir kapı açık duruyor, yüzyıllardır.  Kadınlı erkekli 35 Kazak Türkiye içinde ilerliyor, Kabe'ye doğru.