Kaşgar-Urumki-Doğu Türkistan – Tüm Pazarların Anasına, Marco Polo'nun zamanlarından kalma bir hava hâkim hâlâ.  Atların, iki hörgüçlü develerin aşıp geçtiği Tuman nehrinin çamurlu hudutları etrafında yığılmış  Eşek arabaları, koyunlar, orak sallayan ve nal, semer ve kamçı muayenesi yapan yaşlılar. Kumlu dar sokaklarda Hotan halıları, baharat tepecikleri, çeyiz sandıkları, parça parça hayvan etleri, canlı tavuklar ve ördekler, meşhur Yengişar bıçakları, her renk ve ebat'ta şapkalar, kap kacak, meyve ve sebzeler, binici botu, tarih öncesinden kalma transistörlü radyolar, Pakistan ipeğinden çoraplar, ağaç veya çelikten yapılma envai çeşit tarım aleti ve doğunun doğru dürüst her pazarında mevcut olan takım taklavatlar. 

Yüzbin civarında göçebe ve köylü her hafta bu antropolojik sayıklamada buluşuyor, Kaşgar'ın Pazar pazarında. Vakur berberler, caddelerde keskin bıçaklarla icra-i sanat eyliyor, ahali, karaoke ve TV'lerin önünde toplanıyorlar. Uzun ve ucu sivri sakalları, süslü şapkaları, koyu renkli pelerin ve siyah botlarıyla çoğunluğu Uygurlar oluşturuyor: Türklerin 8'nci ve 9'ncu yüzyıllarda Moğolistana egemen olan etnik bir kolu. Dilleri ise elbette Uygurca. Ses kasetlerindeki müzikler gecekondu arabeski yani Türk Popu. Kadınların çoğu renkli eşarplar kullanıyor ve  az sayıda bazı kadınlar çarşaf giyiyor. 

Bölgenin yüzü Mekke'ye dönük. Pekin'den 4.000 km uzaklıktayız; Çin'in geneline uygulandığı sanılan Pekin saatinden 2 saat geride. Ama burada yaşayan herkes Türkistan'ın yerel saatine göre yaşıyor. Pazar'da bir tek Han Çinlisi bile yok. 

Buradan batı ve güney yönüne doğru yalnızca çöl, bozkırlar ve Karakurum otoyolu boyunca uzanan ve az sayıda Tacik ve Kırgız göçebelerin yurtlarında yaşadığı ve Huncerap Geçidinin bulunduğu dağlar var. Pakistan sınırı olan Huncerap Geçidi, efsânevi İpek Yolu'nun Çin dünyası ve Hint kıtası arasında, Çin ve Batı arasında 4.700 metre yükseliğindeki kilit kavşağıdır.

Her hafta Kaşgar'da gerçekleşen böylesi bir toplanma - özellikle de Türkistan'daki Uygur bağımsızlık hareketinin Çin devleti tarafından 1 numaralı düşman ilan edilmesinden sonra -  kollektif Pekin liderliğinin kabuslarından biridir ve Tibetli ayrılıkçılardan ve  Dharamsala'da sürgündeki Dalai Lama hükümetinden bile daha tehlikelidir. Uygurların bakış açısından -iç ve dış – en büyük tehdit, Han Çinlileridir. Problem şu ki Uygurlar kendilerini ulus olarak tanımlayamıyorlar. Nereli olduklarını sorduğumuzda örneğin, "Kaşgarlıyım" diyorlar: Çölün çetin adamı. Uygurlar devlet bakımından değil kendi doğal vahaları bakımından düşünüyorlar. 

Halen ortaçağın efsâne ve tarihinin çeşitli katmanlarına bürülü ve Uygur kültürünün son kalesi olan Kaşgarın Çin'den bir beklentisi yok. Çölden gelen kumla dolu hava, eski halıların kumu, dumanlı kömür ateşleri: eski, solmuş 19'ncu yüzyıl Kaşgar fotoğrafının alternatif gerçekliğinin sonsuza dek içinde yaşayacağımız izlenimi uyandırıyor. Şehir, eşek arabalarının sarsak ahengiyle, dolgun kebaplarla,  Kısrak sütü ve Çin'in Batısındaki en büyük ve Orta Asya'daki büyüklerden biri olan  idgâh Câminde edâ edilen günlük ibadetlerle geçinip gidiyor. Türk topluluğunun bir parçası olan bu halk, Akdenize veya Bizansa yakın değildi ki istifade edebilsindi. Bu trajediye ilave olarak Mao Zedong'un çorak toprak taktikleriyle kültürleri paramparça edildi.

Kültürel şizofreni bir norm. Bir yanda Uygurların şehr-i kadîmi diğer yanda Han Çinlilerinin yangi şehri. İdgâh Câmîî, Uygur hayatını sürmeyi mükellef kılarken, kitlelerin ebedi şan ve şerefine işaret eden Çin'deki en büyük Mao heykelinin bulunduğu Halk Meydanı, Çinliler için mümtaz buluşma noktası. Dev Mao heykeli, daha örgütlü ve teknolojik bakımdan daha ileri medeniyete ait olan muzafferin Orwellvâri sembolü olarak duruyor. Halk Meydanı, Uygur pazarındakilere kıyasla gâyet postmodern duran ve 1970'leri andıran giysiler içindeki dilberleriyle gezinen Çinli askerlerle dolu. Potala Sarayı'nın asil cephesine bakan yerde korkunç bir Halk Meydanı'nın yapıldığı Tibet'in kutsal başkenti Lhasa ile melankolik bir benzerlik var. Tibet'te olduğu gibi, Türkistan'daki uçurum da - kültürel, lisâni, dini ve mimâri – giderilebilir gibi değil. 
 
Çinliler, kısmen Roma'nın talebine arz'da bulunmak için 1.yüzyılın sonlarında  İpek Yolunu kurdular. İpek, senatörlerin ve Agustus'un sarayındaki şehvet uyandırıcı kadınların gösteriş ve eğlence dünyasında bir gereklilikti. Çinliler porselen, barut, çeşitli bitkiler ve kağıt ihraç ettiler; ve Roma'dan yün ve cam, Orta Asya'dan laciverttaşı, Farslardan şarap ithal ettiler. Bugün Özbekistan'ın parçası olan Semerkand gibi Kaşgar da İpek Yolunun iki güzergâhının birleştiği  mümtaz bir vahaydı. 
 
Uygurlar, İslamı 10 ve 11.yüzyıllarda keşfettiler: Araplar vasıtasıyla değil Buharayı yöneten Türk-Fars hanedanı sayesinde. Cengiz Han 13.yy'da Kaşgarı ele geçirdi. Timur ise 14.yy'da. Avrupalılar ise ilk olarak Timur'dan beş yüz yıl sonra tanıştılar. İngiliz kâşifler 19.yy'ın sonunda Rusya ve İngiltere arasındaki Büyük Oyun zirvesine çıktığında, meskun dünyanın çok az yerinin Doğu Türkistan kadar uzak ve erişilemez olduğunu söylüyorlardı. Gerçeklik payını bugün de koruyor zira Gobi çölü Türkistan ve Çin'i birbirinden ayırıyor. Han Çinlileri, bir yabancının ne demeye hududun dışına, Çin Seddi'nin batısına geçmek istediğini bugün bile anlamaz  

Sincan, "Yeni Toprak" anlamına geliyor. Tahakküm kuran, Pekin. Üzerinde tahakküm kurulanlar ise Uygurlar. Komünizmin sistemi ele geçirmesinden evvel Doğu Türkistan olarak biliniyordu. Türk göçebelerden korkan Han Hanedanlığı iki bin yıl önce garnizonlar kurmuştu Sincan'da. Doğu Türkistan, ancak Mançu işgalciler tarafından 1759 yılında Çin'e bağlandı. Pekin nokta-i nazarından stratejik hedef her zamanki gibiydi: Orta Asya'nın bu kısmını Türklerden, Çin'in tarihi düşmanlarından tecrit etmekti. Fırtına kaçınılmazdı: Uygurlar, Han Çinlilerine karşı en az 400 kez ayaklandılar. Sincan, bazı bakımlardan bağımsızdı da. Ancak Mao, Doğu Türkistanı "medenileştirmek" için Han Çinlilerini kitlesel olarak bölgeye göç ettirdiğinde bu ince ayrımlara da son verildi. Mütehakkimler 1949 yılında nüfusun yüzde 10'nu kadarını teşkil ediyorlardı; şimdi ise en az yüzde 50'sini. Ve sürekli artıyorlar.
 
Uygurlarla iletişim kurmak kabus gibidir. Sömürgeci gücün dili olan Mandarin Çincesini konuşmayı reddediyorlar. Sadece Uygurca konuşuyorlar ve tabii, haklı olarak böyle yapıyorlar: Bir zamanlar Moğolların saray diliydi. Büyük şirketlerin Han Çinlilerine ait olması ve sadece Han Çinlilerine iş vermelerinden dolayı üniversite mezunlarının bile iş bulmakta zor zamanlar yaşadığı bu yerde bir nevi sivil itaatsizlik işlevi görüyor.

Kaşgar'da Ali gibi birisini bulmak neredeyse bir mûcizedir. Ali, 30'lu yaşlarda, Pekin'de eğitim almış, maden şirketinde çalışan ve az çok ingilizce bilen bir yönetici. Birkaç bardak çaydan sonra velinimeti-gaddarlara karşı bir ayaklanmanın nasıl kaçınılmaz olduğunu söyle açıkladı: "Siz, gazeteciler ve turistler, siz, Çinlilerin yalanlarına inanıyorsunuz hep. Sincan'da Uygurların yaşadığı yerlerde yatırım yok; Çinlilerin yaşadığı yerlerde var. Sincan, Çin'in en zengin eyaletidir. Petrolümüz var; Taklamakan çölünde 80 milyar varil petrol var. Gazımız var, Uranyum var. Uygurlara bir şey düşüyor mu? Çinliler herşeyi çalıyorlar.  Kaşgar'da batılı işadamı gördünüz mü? Elbette hayır, sadece omuzunda sırt çantasıyla gezenleri görürsünüz ve harcayacakarı paraları yoktur. Çin'in her yanında kalkınmadan bahsediliyor ama bizim burada işsizlikten başka bir şeyimiz yok. İnsanlar bir gün "yeter" diyecekler. "Yeterin" Pekin'deki anlamı "splitizm" veya daha kötüsü "terörizm'dir."
 
Uygur direnişinin manşetlere yerleşecek bir Dalai Lama'sı yok fakat gözleri korkmuş değil: Bombalar infilak ediyor,  saldırılar düzenleniyor, İstanbul ve Almanya'da yeraltı örgütlenmelerine gidiliyor. Orta Asya'daki Uygur diasporası - müstakbel Uyguristan için potansiyel mâli kaynak – yaklaşık 400.000 kişi. Kazakistan, Almatı'yı üs yapmak üzere 1990'larda iki Uygur kurtuluş örgütüne izin verdi. Jiang Zemin yönetimindeki Çin, bu duruma karşı diplomatik atak başlattı. Kazakistan ve Kırgızistan dize getirildi: Uygur ofislerini dağıttılar, Pekini eleştiren Uygurları tutukladılar; ticaret için sınırları açık tuttular ama Çin'deki Uygurlara yardım edecek para, silah veya propaganda akışını engellediler. 
 
Urumki, Pekin nazarında Çin'in uzak batıdaki topraklarının başkenti ve medeniyetin bittiği yerdir; ve kendi içinde gerçeküstü bir manzaradır. Pekin'den 3.000 km ötededir ve harfi harfine hiçbir yerin ortasında değildir; güneyde Tian Shan dağları, kuzeyde göz korkutan Taklamakan çölü  yer alır. Taklamakan, Uygur dilinde "içine girebilirsiniz ama dışına çıkamazsınız" anlamına geliyor. Urumki, nüfusu 1 milyon'un üzerinde jenerik bir şehir. Çin'in doğu yakasından  mülhem bu şehirdeki Han Çinlilerinin yüzde 90'ı, komünizmin zoruyla buralara yerleştirilmiş. Geri kalan gönüllüler ise hızla zengin olmanın rüyasını görüyor. 

Yollardaki levhalar hem Çinçe hem de Arap abecesiyle hazırlanmış. Urumki'nin taksi şoförleri, Orta Asya'dakilerin aksine taksimetrelerini fiilen kullanıyorlar. Para birimi ise Çin yuanı. Bank of China'nın merkez binası krallara lâyık. Kaşgar, kağıt-mürekkep dönemini yaşıyor ama Urumki dijital istikamette ilerliyor. Herşey Pekin zamanına ayarlı: Velhasıl güneş, sabah 8'de doğuyor. Merkezi devletin heybetli gücünü hissediyoruz her yanımızda.
 
Uygurlar Urumki'nin merkezinde görünmüyorlar – dilenciler vb.hariç. Çölün dibindeki varoşlara sürülmüş çoğu. Ancak câmiler tıklım tıklım. Uygurlar- çöl göçebeleri – mütedeyyin değiller fakat İslam, huzursuzluklarını ifade etmenin güçlü bir yolu. Yalnızca kendi dillerini konuşan Uygurlar, Çinli şoförlerin kullandığı taksileri kullanmıyor ve yalnızca helal gıda yiyorlar. Gençler Çin pop müziği dinlemiyorlar; Ekber Kahraman'ın gitar sesine kulak veriyorlar. Buranın pazarındaki yüzlerce satıcı Kaşgar'da bulunan aynı ürünleri satıyorlar. Pazar alanı, Kaşgar'ın küçük bir kopyası: Han Çinlileri kendi steril pazarlarını kurmuşlar: "Sincan Uluslararası Grand Bazaar", câmisi de bulunan eksiksiz bir yer. Sıra sıra deve heykelleri (ilaveten turistler için bir tane de canlı deve), Natalie Imbruglia veya Çin pop müziği – Uygur tınısı yok – ve 5.000 metre karelik "Keyif Mekânı."  Etrafta ise pek keyif falan görünmüyor. 

Pekin, "etnik azınlıklara" yardım etmeyi kesti. Sincan'da 12 etnik azınlık var ve Uygurlar bir yana (nüfusun % 42'si) Hui (Çinli müslümanlar), Mançu, Moğol, Kazak, Kırgız, Tacik, Özbek ve Tatarlar var. "Azınlık yemekleri caddesi" gibi bir konseptle yalnızca Han Çinlileri öne çıkabilirdi. Pekin, turizm amacıyla "gizemli" Sincanın tanıtımıyla ilgileniyor sadece. Fakat Doğu Türkistanı tematik bir eğlence parkına indirmekten başka bir şey değil bu. Şayet bir Uygursanız ve bir mûcize sonucu bir Çin şirketinde çalışırsanız câmiye gidemezsiniz. Pek çok câmide 13-19 yaşları arasındaki gençlerin giremeyeceği yazıyor arapça olarak. Ne ki bu saçma bir kuraldır ve İslam hukukuyla bir alâkası yoktur. Uygurların gösteri düzenlemesi de yasak. Şayet Urumki'de yaşayan bir Uygursanız ve bağımsızlıktan bahsederseniz derhal tutuklanır ve Yengişar bıçağının altına yatırılırsınız. Pekin, 2000 yılında, "Batı'nın kalkınması için geniş ölçekli" bir planı uygulamayı resmi olarak onayladı. "Batıya Git" kampanyasının ana gâyesi, ilave milyonlarca Han Çinlisini Doğu Türkistana yerleştirmek. Bu resmi politika, uzun vadede 7.5 milyonluk Uygur ve 1.3 milyonluk Kazak "azınlığın" çoğunu Orta Asya cumhuriyetlerinin daha istikrarsız otlaklarına ihraç ederse Pekin buna göz yaşı dökmeyecek. 
 
Mao Zedong, Çin'de muhtemel "müthiş bir kaostan" bahsederdi. Zihniyet yine aynı galiba zira Politbüro biliyor ki Uygurlar ve diğer "etnik azınlıklar" 1.3 milyarlık nüfusun yüzde 6'sını teşkil ediyorlar ama Çin topraklarının yarıdan fazlasında onlar oturuyorlar. Doğu Türkistan, Batı Avrupa kadar büyük bir alanı kaplıyor. Pekin'in en büyük korkusu-hiç değilse şu an- bölgesel yöneticiler ve iş dünyası seçkinleri arasında Çin'in haritasını yeniden çizmeye muktedir muhtemel bir ittifak. Tıpkı geçmişte bir çok kez olduğu gibi. Doğu Türkistan, Sovyetler Birliğinin çöküşünden ve Orta Asya cumhuriyetlerinin ortaya çıkmasından bu yana,  Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan'dan insan akınına uğruyor: Türkistan'ın her iki yakası bir şekilde birleşme yoluna girdi. Çin'in tam olarak istemediği de bu. Pekin, tanımlanmış ve karakol ve devriyelerle denetlenen sınırlar istiyor.
 
Ancak şöyle de bir gerçek var: Orta Asya'nın yüce dağlarının arasında tanımlanmış sınırlardan bahsetmek imkansız. Doğu Türkistan, son sürat ilerleyen kaplanın sırtına çıkmış ve aynı zamanda bu süratin yaratabileceği muhtemel "müthiş bir kaosu" denetlemeye çalışan Çin'in geleceğinin her halükarda labaratuarı olarak duruyor. Dünya nüfusunun yüzde 25'ine sahip olan ve en katı doğum kontrol politikaları uygulayan Çin, nüfus patlamasını hala sınırlandıramadı. Çin topraklarının yüzde 10'nunda toplam nüfusun üçte ikisi yaşıyor ve ulusal gelirin yüzde 70'i  buralarda üretiliyor; ve bu topraklar büyük nehirlerin taşmasına ve su baskınlarına mâruz. Çin ekonomisi her yıl yüzde 10 düzeyinde büyümeli ki yeni işsizler ordusuna çalışma fırsatı sunabilsin.
 
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Zheng Silin'e göre 485 milyonluk işsizlerin 150 milyonu kırsal bölgedeki işçilerden oluşuyor; ve 94 milyon çiftçi büyük şehirlere göç etti ve çoğu halen işsiz.

Batı'nın sadece rüyasını görebileceği ortalama yüzde 8'lik bir büyüme Çin için yeterli değil. "Pazar sosyalizminin" bazı sektörleri işi haydutluğa vururken ve insan hakları Çin nazarında ekonomik kalkınmayken yüz milyonlarca insan, tarihini en büyük kitlesel iç göçünü yaşıyor. Milyonlarca işsiz, toplumsal bütünlüğü tehdit ediyor. Ejder çözülmeye bir kez başlarsa, iç patlama merkezde değil çevrede, uzak batıda başlayacak, 14.yy'dan 21'nci yüzyıla fışkıran el değmemiş bölgede: Doğu Türkistan'da.  


Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın