Bush yeni bir Ortadoğu inisiyatifi başlatıyor. Bir kez daha. Ortadoğu’da barış pek yakında

Phillis Bennis'in Institute for Policy Studies web sitesinde yayınlanan yazısı, Filistin konusunda Bush tarafından başlatılan yeni planın özelliklerini, İslamcı hareketlerin iç farklılıklarını, Filistin iç savaşındaki tarafların konumunu ve İsrail işgali karşıtı uluslararası hareketin tartışmalarını ele alıyor.


Pek az kişi bu inisiyatifi ciddiye alıyor. genellikle Bush yönetiminin Orta Doğu inisiyatiflerinin değerini teslim etmek isteyen ana akım analistler bile, kolektif biçimde gözlerini deviriyorlar. New York Times’ın deneyimli muhabirlerinden Steven Erlanger, hemen, Bush'un Gazze'deki yalıtılmış “Hamasistan"ı küçümsemek üzere tasarlanmış ve Batı Yakası’nda, model alınacak bir Filistin yaratmayı amaçlayan bir ABD-İsrail-Fetih ittifakı kurmaktan ibaret olan en son vizyonunun, “Amerika’nın diğer müttefikleri ya da sözüm ona Dörtlü inisiyatifin diğer üyeleri; yani Rusya, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler tarafından paylaşılmayan bir vizyon” olduğunu bildirdi. (Evet NYTimes bile “sözüm ona Dörtlü inisiyatif” diyor). “Suudilerin de Bay Bush’un analizini paylaştıkları kuşkuludur, çünkü Hamas ve el Fetih’i yeniden bir araya gelmeye zorluyorlar.” Bir başka NYTimes makalesi ise en son inisiyatifin gerçek nedenine dair özlü bir başlık kullandı: “Irak’ta batağa saplanan ABD, Filistin devletini inşa etmeye başlamayı amaçlıyor”.

“Plan” şu haliyle, oldukça tanıdık, ancak eskisinden çok daha dar ve daha sınırlandırılmış durumda. Temel direği olarak, sonbaharda, Bush’un kendisi tarafından değil dışişleri bakanı tarafından yönetilecek yeni bir bölgesel barış konferansı yapılması çağrısında bulunuyor. Bush, konferansa İsrail, Filistin “ve bölgedeki komşularının” katılacağını söylüyor. Ancak katılmasına izin verilen Filistinliler, sadece Batı Yakası’nda hüküm süren Filistin Otoritesi’nin Abbas-yönetimindeki el Fetih tarafından denetlenen bölümü olacak; Hamas yönetimindeki, demokratik biçimde seçilmiş Filistin parlamentosu ve onun Gazze hükümeti dışlanacak. Konferansa katılmasına izin verilen komşu ülkelerse, yalnızca İsrai’lin “varolma hakkını” kabul edenler olacak. Suriye ve İran gibi bölgesel güçler elbette dışlanacak, Suudi Arabistan gibi İsrail’le resmi diplomatik bağları olmayanlar bir yana, bu tür bağları olan Ürdün ve Mısır’ın bile, tam anlamıyla bir Yahudi devleti kurmak üzere Filistinlileri sürgüne gönderme “hakkını” açıkça kabul edip etmeyecekleri kuşkulu. Yani toplamda ortaya çıkan, hiç de konferans gibi bir konferans olmayacak.

Bush planının diğer bölümü Filistinlilere yapılan yardımın yenilenmesini içeriyor. Filistin topraklarının ABD tarafından yönetilen kötürümleştirici bir uluslararası ekonomik boykota tabi tutulmasından on sekiz ay sonra, Bush “Başkan Abbas’ın Hamas’ı Filistin hükümetinden dışlamasından hemen sonra, Birleşik Devletler Filistin Otoritesi üzerindeki mali kısıtlamaları kaldırmıştır” açıklamasını yaptı. Bush, bu yer değiştirme sonucunda artık başbakan Salam Fayyad’ın yönetimine geçen, Abbas tarafından atanan acil durum hükümetine atıfta bulunuyordu. Bu yardımın kilit bileşenlerinden birisi şimdi ABD’li General Keith Dayton desteğiyle faaliyet yürütmekte olan Abbası’ın el Fetih’i denetimindeki güvenlik güçlerine verilen 80 milyon dolarlık askeri yardımdan oluşuyor.

Bush, büyük bir taviz verircesine, İsrail’i Filistin vergi gelirlerini serbest bırakması için zorlayacağını da söyledi; oysa bu gelirleri İsrail 2006 Şubatından bu yana yasadışı biçimde elinde tutuyor. Yerleşimler bakımındansa, sadece yerleşimlerin “yaygınlaştırılmasına” son verileceğinden ve “yetkisiz” (yani İsrail hükümeti tarafından yetkilendirilmemiş olanlar; yoksa yerleşimlerin tümü uluslararası hukuka göre yasadışı) ileri karakollardaki 2000 ya da buna yakın yerleşimcinin çıkartılmasından söz etti. Bush, herhangi bir başka toprak düzenlemesinin “mevcut gerçeklikleri” dikkate alması gerektiğini de söyledi ki bunun anlamı, mevcut devasa İsrail yerleşim-kentlerinin ve Batı Yakası ile Doğu Kudüs’teki 480 bin yerleşimcinin çoğunun yerlerinde kalacakları. Abbas’l olan son ABD yakınlaşması ve Filistin devleti çağrılarının yükselişi tam da yaşayabilir iki devletli bir çözüme yönelik gerçekçi umutların solduğu bir anda gündeme geliyor.

İslamcılık, İslamcı Milliyetçilik ve George Bush

Bush’un en son planının başarısızlığı ne kadar kaçınılmaz olsa da, bu planın yine de Orta Doğu’daki geniş ABD stratejisine ne kadar uygun olduğu görülmeli. Bush’un “yeni” Orta Doğu hakkındaki ideolojik çerçevesinin en son tekrarı, “ılımlılarla” sözüm ona “Teröre Karşı Küresel Savaş”ta kendileriyle savaşılan “aşırılar” arasındaki varoluşsal bir çatışmayı tarif ediyor. Fakat elbette Washington ya da Tel Aviv’in sınırlı vizyonları dışında bu tür Maniyken kategoriler mevcut değil. Her ne kadar Filistin’deki yalan yanlış “küresel terörizm” iddiaları ABD’nin İsrail işgali ve ırk ayrımcılığına verdiği eleştirel olmayan desteği meşrulaştırma çabalarının kilit gerekçesi olduysa da, ABD destekli İsrail askeri işgaline karşı verilen Filistin mücadelesi, Bush’un Teröre Karşı Küresel Savaşı ile başlamadı. “Yaramaz Hamas, yaramaz Haniye”ye karşı “uslu el Fetih, uslu Abbas” biçimindeki siyah-beyaz karşılaştırması Filistinlilerin kendi içlerinde (ayrıca bölgenin herhangi bir başka yerinde) hiçbir karşılığa sahip değil.

Bush, (Abbas’ın da yaptığı gibi) Hamas’ın el Kaide’yi Gazze’ye buyur ettiğini iddia ederek, Hamas’ın İslamcı milliyetçiliğini el Kaide’nin devlet karşıtı, cehalet yanlısı aşırılığı ile eşitlemeye çalıştı. Bu iddia Filistinliler arasında özel bir öfke yarattı. Ancak bu iddia Beyaz Saray’ın bölgedeki ABD hegemonyasına karşı direnen tüm İslamcı-kimlikli güçleri birbiriyle eşitleme, yalıtma ve ortadan kaldırmaya girişme biçimindeki bölgesel stratejisiyle uyumlu. ABD stratejisi kısmen başlıca görevleri çeşitli İslamcı direniş biçimlerine karşı durmak olan bölge hükümetleri kurmayı ya da bunları desteklemeyi içeriyor; Irak, Afganistan, Pakistan ve bir derece de Lübnan’ı hatırlayalım.

Hamas’ın, bu Filistin örgütü seçimlere katımlaya karar verdiğinde aslında kendisini lanetlemiş olan el Kaide ile bilenen hiçbir bağlantısı yok. Hamas, Lübnan’daki Hizbullah gibi, işgale karşı geleneksel bir mücadele yürütmek ve (Filistin bir devlet olursa olası iktidar gücü olacak) ulusal bir politik iktidar oluşturmak üzere laik milliyetçi bir çerçeve yerine İslamcı bir çerçeveyi kullanıyor. Etkinlik sağlamak ve (eski başkan Jimmy Carter ve bir dizi ABD’li ve Avrupalı izleyici tarafından serbest ve adil olduğu açıklanan seçimlerde) seçmen desteği kazanmak için sosyal ve ekonomik destekler sunduğu kadar popüler bir direnişi de örgütlüyor.

El Fetih’in azalan güvenilirliği de küresel ve bölgesel kaymaları yansıtıyor. Laik Filistin ulusalcılığının, Arap ulusalcılığının ve Arap sosyalizminin tüm zeminlerini yitirmesi nedeniyle anti-emperyalizmin Orta Doğu’da giderek daha fazla İslamcı güçlerce tanımlandığı bir dönemde, İslamcı milliyetçiliğin tüm bölgede yükselişe geçtiği bir anda bulunuyoruz. Bu yüzden İslamcı stratejinin çeşitli kesimleri arasındaki farklılıkları anlamak önem taşıyor. El Kaide, Taliban, Pakistan’daki bazıları gibi gruplar, ABD birliklerinin bölgeden çekilmesini ve mevcut hükümetlerin yıkılmasını, ulusal sınırların ve ulusal kimliklerin üzerinden silineceği geniş bir bölgede İslam hukukunun en aşırı ve gerici yorumlarını uygulayacak katı bir teokrasinin dayatılması için istiyorlar. Hamas, Hizbullah ve bazı Iraklı partiler gibi İslamcı ulusalcı güçlerse, hedeflerini yabancı askeri işgalin son bulması ve İslamcı-kimlikli ama ulus devletler içinde (laik olmamakla birlikte) daha geniş anlamda içerici hükümetlerin kurulması olarak tanımlıyorlar.

Bu örgütlenmeler arasındaki kilit farklılıklardan birisi, elbette, devlete yönelik odaklanma noktalarıdır. Ülke hükümetlerini yıkmaya ve Müslüman dünyasının tamamında yeni bir “hilafet” yaratmaya çalışan el Kaide ve diğerlerinin aksine, İslamcı ulusalcılar, mevcut (ve beklenen) ulus devlet yapıları içinde faaliyet gösteriyor ve mücadele ediyorlar. Hamas liderleri, 2006 Ocak ayında seçilmelerinden bu yana, asıl hedeflerinin İsrail ile uzun vadeli bir ateşkes, geri dönme hakkı ve 1967’de işgal edilen topraklarda, laik el Fetih güçleri ve diğer kesimlerle koalisyon içinde yönetecekleri bir Filistin devletinin kurulması olduğunu açıkça beyan ettiler.

El Fetih ve Hamas

Birçok Filistinli hala, uzun zamandır Filistin ulusal siyasetinin temel direği olan el Fetih’i kendi politik yuvası olarak görüyor. Fakat FKÖ’nün neredeyse çökmüş olması ve Oslo’da yaratılan ve ABD tarafından desteklenen Filistin Otoritesi’nin (FO) yükselişi, el Fetih’in stratejik yenilgilerinin, çürümesinin ve son dönemde el Fetih liderliğinin ABD ile olan yakın bağlarıyla ilgili yayınlar konusunda uygulanan sansürün daha fazla eleştirilmesine yol açtı. Sonuç olarak, birçok Filistinli kendilerini örgütten uzaklaştırdı. İnsan hakları, sosyal refah örgütleri ile diğer sivil toplum örgütlenmeleri Abbas’ın yakın zaman önce stk’ların ve diğer derneklerin kurulmasıyla ilgili mevcut yasanın yerine, örgüt başvuruları için Filistin içişleri bakanlığına lisans başvurusu yapılmasını gerektiren ve bakanlığa lisans sahibi olmayan grupların faaliyet göstermelerini yasaklama hakkı veren yeni bir düzen koymasından özellikle endişe duyuyorlar.

Aynı zamanda, Batı Yakası’nda olduğu gibi Gazze’deki birçok Filistinli de Hamas siyasetinin İslamcı eğilimlerinden rahatsız. Şu ana kadar uyguladıkları sosyal gündem, özellikle kadınlar bakımından, Filistin bağlamında muhafazakar nitelikli olmuş ancak aşırıya kaçmamıştı. Hamas uzun vadeli niyetleri hakkında ister doğru söylüyor isterse söylemiyor olsun, mevcut politik koşullar ve özellikle de Filistin toplumunda hala etkili olan laik güçler, en baskıcı İslamcı hukuk biçimlerinin dayatılmasını pek muhtemel kılmıyor. Birçokları da Hamas’ın Gazze’de el Fetih’e yönelttiği zalimce askeri saldırılara güçlü biçimde muhalefet ediyor. Ancak Hamas meşruiyetini koruyor: Filistin seçimlerini açık bir çoğunlukla kazandı. El Fetih’e yakın al-Quds gazetesinin 4 Temmuz tarihli kamuoyu araştırması Hamas lideri İsmail Haniye için yüzde 41 destek bildirirken, el Fetih’e verilen yüzde 25’lik destek, Abbas’a verilen yüzde 13 destekle el Fetih’in hapishanedeki daha genç ve daha az uzlaşmacı lideri Marwan Barghouti’ye verilen yüzde 12’lik destek olarak ikiye bölünüyor. (Aynı araştırmada Abbası’ın ABD destekli başbakanı Salam Fayyad oyların sadece yüzde 5’ini aldı).

ABD’nin Rolü

Son aylardaki Filistin iç mücadelelerinin şiddeti Filistin ulusal hareketi içindeki derin ve eskilere dayalı bir krizi yansıtmaktadır. Ne el Fetih’in ABD müttefiki laik liderliği ne de Hamas’ın hala sınavdan geçmemiş olan İslamcı milliyetçiliği, Filistinlilere şu ana kadar, zayıf düşen FKÖ’yü güçlendirmek ve onun bir zamanlar son derece güçlü bir biçimde temsil ettiği bugünün kırılgan hareketini yeniden inşa etmek için gereken yeni bir stratejik vizyon sunmuştur. Fakat trajedinin savaşın yarattığı insani felaketin ötesindeki anlamı, Filistinliler arasındaki bu dehşetli mücadelede her iki tarafın da aslında iktidar kırıntıları için savaşmakta olmalarıdır. Gerçek iktidar gücü ve şiddetin ana sorumluluğu İsrail işgaline ve onun ABD’li destekçilerine aittir. 2006 Şubat ayında yapılan seçimlerle 2007 Nisan ayına kadar geçen 16 aylık sürede, İsrail birlikleri yarısı çocuklardan oluşan 712 Filistinliyi öldürdüler. Aynı dönem içinde, çoğu Hamas’ın tek taraflı olarak açtığı ateşler sonucunda, Filistinliler askerler ve siviller dahil 29 İsrailli öldürdüler.

Gerilimin yükselmesinin ve el Fetih’le Hamas arasındaki bölünmeden kaynaklanan nihai şiddetin arkasında ABD’nin ve İsrail’in parmağı olduğu konusunda hiçbir kuşku yoktur. Eski BM temsilcisi, Perulu diplomat Alvera de Soto, sözüm ona Dörtlü için kaleme aldığı dışarıya sızan gizli raporunda, “ABD el Fetih’le Hamas arasındaki kapışmayı açıkça zorlamıştır; öyle ki Mecca’dan [iki kesim arasında Suudilerin arabuluculuğunu yaptığı birlik anlaşması] iki hafta önce, ABD elçiliği Washington’da yapılan bir elçilik toplantısında, Gazze’de sivillerin düzenli olarak öldürüldüğü ve yaralandığı iç savaşa yakın durum hakkında iki kez ‘bu şiddeti seviyorum’ ifadesini kullanmıştır, çünkü çatışma diğer Filistinlilerin de Hamas’a direnmekte olduklarını göstermektedir”.

Yardıma Blair mi Koşacak?

Ortadoğu’da, dikkatleri Irak’taki savaş felaketinden başka yerlere çekebilecek bir “diploması atağı” için belirli bir uluslararası meşruiyet düzeyi yakalamak isteyen Bush, gelmiş geçmiş en güçlü müttefikinin, eski Britanya Başbakanı Tony Blair’in, “Dörtlünün” temsilcisi olarak atanmasını yönetiyor. Ancak, Blair’in kendi politik kariyerini ve mirasını ABD’nin nin Irak savaşı sunağında büyük ölçüde feda etmesine karşın, Bush yönetimi şimdi bile ona hareket etmeye ve saygısızlığa devam ediyor. Blair, Britanya parlamentosundaki en son göründüğünde, gururlu bir biçimde yeni rolündeki “mutlak önceliğinin”, İsrail ve Filistinliler arasında “müzakere edilmiş bir anlaşmanın zeminini hazırlamak” olduğunu açıkladı. Sadece iki gün sonra, [ABD] Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tom Casey ona tam olarak karşı çıktı. “Bu şahsın İsraillilerle Filistinliler arasında müzakereci olacağına dair tabii ki herhangi bir öngörü mevcut değildir” dedi.

Bu ise Blair’in kendi rolünün sınırlılığıyla ilgili önceki kabulleriyle daha tutarlıydı. Blair, geçen yaz Bush’la kapalı olduğunu sandıkları mikrofonların önünde dobra dobra konuşurken, kendi yaptıklarının pek az önemi olduğunu kabul ederek ABD’ye, her ne olursa olsun, ne isterse yapmayı öneriyordu. Blair, Orta Doğu gezisini sürdüren [ABD] dışişleri bakanı ile ilgili olarak konuşurken, Bush’a, “tabii ki, gittiğine göre, zaten başarılı olmak zorundadır ve olmaktadır, bense sadece gidip konuşabilirim” diyordu. Bush’un sözüm ona yeni diplomatik girişiminin sınırlılıkları veri kabul edildiğinde, konuşmak, Blair ya da belki Rice’ın kendisinin de yapacağı tek şey olacak.

O Halde Biz Ne Yapacağız?

Filistin hareketi içindeki bölünme, özellikle de son haftalardaki şiddet, birçok insan hakları savunucusunu ve İsrail işgali karşıtı hareketi karmaşa ve moral bozukluğuna sürükledi. Fakat ne bölünmeler ne de şiddet adil, kapsamlı ve insan hakları temelli bir barışın uluslararası destekçilerinin toplam yükümlülüklerinde bir değişiklik yaratmaktadır.

Filistin seçimleri Bush yönetiminin beklentilerine meydan okuyan bir biçimde sonuçlandığında, ABD buna işgal altındaki topraklardaki tüm Filistinli nüfusun tam anlamıyla ekonomik boykotuyla yanıt verdi. Böylesine kolektif bir cezalandırmanın meşruiyeti ana akım ABD medyasında nasılsa asla uygun bir soru olarak ele alınmadı; öte yandan İsrail işgaline karşı boykottan söz etmek bile acilen ayrımcılık, terörizme destek vermek ve hatta anti-semitizm suçlamalarını harekete geçirmektedir.

Aslında boykot, yatırım yapılmaması ve yaptırımlara yönelik küresel çağrılar, İrail’in BM kararlarına ve uluslararası hukuka yönelik ihlallerine bir son verilmesini zorlamanın en vaat edici şiddet içermeyen ekonomik baskı yöntemini temsil etmektedir. Bu çağrılar 2005 yılında Filistinli sivil toplum örgütleri ve Filistin’le ilgili BM temelli Uluslararası Koordinasyon Ağı tarafından başlatıldı. Boykot, yatırım ve yaptırım kampanyası, 1980’lerde Güney Afrika ırk ayrımcılığına karşı yükselen güçlü küresel hareketin bazı derslerini ve tekniklerini benimseyip uygulayarak, geniş bir taktikler yelpazesiyle çeşitli destekçilere kavuştu. İşgale verilen şirket desteğini araştırma ve durdurma taahhüdünde bulunan Presbiteryen ve diğer Hıristiyan kiliselerinin “sosyal sorumluluk sahibi yatırım”larını ve Caterpillar’ın işgal altındaki topraklarda İsrail askeri silahları olarak yasadışı biçimde kullanılan buldozer satışlarına karşı hissedar kampanyalarını içerdi. İsrail işgaline son kampanyasının ABD ayağı yakında ABD çapında ulusal boykot ve yatırımların durdurulması kampanyaları konusundaki hedeflerini belirleyecek.

Küresel çapta bazı önemli kazanımlar da var. İsrail işgal ve mülksüzleştirmeye yönelik böl ve yönet taktiklerini tırmandırırken işgal altındaki topraklardaki insani ve politik durum daha da kötüleşmeye devam etmekle birlikte, boykota yönelik basınçlar da güçlenmeye başladı. Britanya’nın en büyük iki sendikal federasyonu yakın zaman önce boykot kararları aldılar. Güçlü Kanada Kamu Çalışanları Sendikası boykot kampanyalarını onayladı. Güney Afrika’da, ilk ırk ayrımcılığı kampanyanın anayurdunda, etkili hükümet yetkilileri ve yönetimdeki ANC (Afrika Ulusal Kongresi)’nin kilit destekçileri; ANC kadın federasyonu, gençlik ligi, komünist partisi, COSATU sendikal federasyonu, İsrail’i uluslararası hukuka uymaya zorlayacak yaptırımları destekliyorlar.

Ne ABD’deki hareketler ne de küresel barış hareketleri Filistin ulusal hareketini içeriden yeniden inşa edemez ve bizim açımızdan, birlik çabalarını desteklemek ve Filistinli sivil toplum örgütlerini savunmaya çalışmak dışında, iç çatışmada taraf olmak pek anlamlı değildir. İsrail işgaline ve ırk ayrımcılığına verilen ABD desteğine ve ABD’nin Filistinlilere karşı yürüttüğü böl ve yönet taktiğine karşı verilecek en iyi yanıt, hayır diyen geniş bir popüler hareketin yaratılması, ABD desteğine karşı çıkan ve güce değil, herkes için adalete ve eşit haklara dayalı, tamamıyla yeni bir ABD dış siyaseti talebinin aracı olarak yükselen küresel boykot hareketine katılmak olacaktır.



Kaynak: Institute For Policy Studies’deki İngilizce orjinalinden sendika.org tarafından çevrilmiştir.