John Feffer

Aktör Will Smith hiçkimsenin kafasında bir intihar bombacısı değildir. Çocuk yüzüyle genelde komik rollerde oynar. I Am Legend adlı filmde dünyadaki son adam olarak nükteli, ironik davranışlarını sürdürür. Ancak filmin sonunda, hiperaktif vampirler sürüsüyle çevriliyken, Smith pimi çekilmiş bir el bombasını göğsüne basar ve kendisini düşmanın üzerine atar.

Bir dakika bekleyin: Elbette ki intihar eylemi değildi bu. Will Smith Kuran'dan sureler okumuyordu. Dinci bir fanatiği veya siyasi aşırıyı oynamıyordu. Will Smith, filmin kahramanıydı. Nasıl bir intihar bombacısı olabilirdi ki? Her şeyden önce, o bizden biri değil mi?

Bizim de intihar bombacılarımız var. "Biz" güçlüyüz, bireysel özgürlüklere ve birey hayatına yönelik ciddi kaygıları olan gelişmiş ülkeleriz. "Biz" ABD, Avrupa, İsrail, bugünün Japonyası ve yer yer Rusya'dan oluşan bir mânevi bir adayız. İster gerçek savaş hikayelerinde isterse kurguda ve filmlerde servis edilen ilham verici kısa hikayelerde olsun, ilim ve irfanımız kendisini vatanına, demokrasiye veya kısaca kardeşler tayfasına kurban eden kahramanlarla doludur. Malumdur ki bu adamlar cennette 72 bakire ummuyorlar ve hayattaki son anlarını filme kaydetmiyorlar fakat bizim intihar meyillisi kahramanlarımız onların "şehitleri" kadar övgü ve kabul alıyorlar.


İntihar bombacıları hakkındaki ilmi çalışmalar gittikçe artıyor. Bu çalışmaların çoğu bu insanların bazen kendi hemşehrilerine ama en çok da bize karşı niçin böyle fena bir şeye kalkıştıkları üzerine odaklanıyor. Hâkim görüşe göre Şii, Tamil veya Çeçen intihar bombacılarının hayat ve ölüme karşı farklı bir tutumları sözkonusu.

Kendi zengin intihar bombacısı geleneğimiz -ve askeri harekâtlarımızda sivilleri öldürmek gibi talihsiz bir eğilimimiz- varsa şayet, bu tutumlar gerçekte ne kadar farklı olabilir?

Batılı Cihat

Amerika'nın İslam'a karşı ilk savaşında, intihar bombacılarını ileri sürenlerin ilkiyiz biz. Doğrusu, olayda can veren Amerikan denizcileri, ABD ordusunun bu muharebedeki ilk askeri kaybıdır.

Tarih, 4 Eylül 1804. Birleşik Devletler Kuzey Afrika sahillerinde barbar korsanlarla savaştaydı. ABD donanması düşman mevzilerine sızmaya mecburdu. 3. Akdeniz Filosu'nu yöneten Tuğamiral Edward Preble olağandışı bir savaş hilesine başvurur: Bubi düzeneği yerleştirilen U. S. S. Intrepid, mümkün olduğunca fazla düşman gemisini batırmak için Osmanlı'nın barbar eyaletlerinden birine, Trablus'a gönderilir. ABD denizcileri 4.5 ton barut ve 150 top mermisini yükler ve açılır.

Tekneyi komuta eden Yüzbaşı Richard Sommers, görev arafesinde ekibine hitap eder. Bir asteğmen sözlerini şöyle kaydetmiştir: "'Yakalanmaktansa kendisini havaya uçurma azminde olmayan hiçkimse gelmek zorunda değil; ve bu onun kararına kalmıştır.' Tek cevap, üç kez tezahürat yapılmasıydı. Yiğit ekip, düşmana teslim olmaktansa canlarını feda azmiyle, yek bir vücut olarak ayağa kalktı..."

Tekne ekibi gece yola çıkarak Intrepid'i körfeze doğru sürdü. Yakalanmamak ve düşmana alabildiğince çok kayıp verdirmek için kendilerini teknede havaya uçurmayı seçtiler. Patlama o kadar büyük kayıp verdirmedi – azami bir Trablus gemisi battı - fakat ekip, tıpkı 200 yıl sonra Aden Körfezinde patlayıcı yüklü bir gemiyle U. S. S. Cole'e saldırı düzenleyen iki adam gibi öldü.

Görev başarısız olmasına rağmen Preble uyguladığı stratejiden dolayı büyük takdir topladı. İngiliz donanması komutanlarından biri "birkaç cesur adam kurban edildi ancak daha iyi bir dava uğruna ölemezlerdi" diye fikir yürütecektir. Papa daha da ileri gitmişti: "Elinde az bir kuvvet olan Amerikalı komutan, Hıristiyan davası adına, en güçlü Hıristiyan ulusların asırlardan beri yaptığından daha fazlasını kısa bir süre içerisinde yaptı!"

Preble bu taktiğini, Amerikan kuvvetlerinin mühimmatı tükendiği için uygulamıştı. Oyun sahasını düzlemek gibi büyük bir teşebbüstü. Adamlarının cesareti ve destekçilerinin tepkisi, benzer kavgaları veren "fanatiklerin" İslam uğruna kendilerini kurban etmek için yalvardıkları ve hiçdeğilse bazı dini liderlerden övgü topladıkları bugünle kolayca yer değiştirebilir.

Intrepid'in havaya uçurulması, ABD askeri tarihinde intihar kahramanlığının tek örneği değildir. Bölüklerini korumak veya daha büyük bir askeri vazife yüklenmek için bile bile kendi hayatlarından vazgeçen askerlerin cesur fedakarlıklarını düzenli bir şekilde göklere çıkarır. Kendilerini korumak için sıvışıp sonraki gün savaşabilecek durumda olan Alamo'yu savunanların fedakarlıklarını abideleştiririz. Sivil Savaş şiirinin dili fedakarlıkla doludur. Phoebe Cary'nin şiiri "Ready"de "köle ruhuna sahip olmayan" siyahi bir denizci, tekneyi kurtarmak için ölüme gönüllü yazılır. 20. yy'ın kahramanca fedakarlıkları elbetteki filmde abideleştiriliyor. Bugün Amerikan askerlerinin "intihar görevlerine" adanmış çeşitli videolar satın alabilirsiniz.

II. Dünya propagandası yapan filmlerimiz, ölümü göğüsleyen cesur askerlerle doludur. Örneğin 1942 yapımı Flying Tigers adlı filmde bir yük treninin düşmana ulaşmasını engellemek için uçağını köprüye yönlendiren pilot Woody Jason, Japon kamikazelerinin habercisidir. 1943 yapımı Bataan'da Robert Taylor 13 kişilik bir ekibin lideridir ve Japonlar'a karşı yapacakları savunmanın intihar benzeri kritik bir durum olduğunu bilmektedirler. Tek başına Taylor hayatta kalana dek askerler kaydadeğer bir soğukkanlılıkla savaşarak birer birer ölürler. Film, Taylor'ın makineli tüfeği dalga dalga gelen Japonlar'a çevirdiği sahnede sona eriyor.

Savaşçı kültürümüz, gerçek hayat hikayelerini alıp Hollywood tarzı eğlenceye tahvil ederek II. Dünya Savaşından kalma destansı kahramanları yüceltmeye devam ediyor. Oliver North, Fox News'de yayınlanan "savaş hikayeleri" dizisi için örneğin, Pearl Harbor'dan hemen sonra Tokyo'yu bombalama görevine katılan gönüllülerin yaptığı Doolittle baskınının bir bölümünü hikayeler. Bombacılar üsse geri dönecek yakıta sahip olmadıkları için, 80 pilot da intihar görevini üstlenmişti. Pek çoğu mûcizevi bir şekilde hayatta kalmıştı fakat nihâi fedakarlığa hazırlanacaklardır ki bugün bununla afişe edilmektedirler. Dizinin promosyon malzemesinde "sarsılan bir ulusun güvenini onaran ve II. Dünya Savaşı'nın seyrini değiştiren adamlar bunlar" denilerek hayli haşmetli bir ifade kullanılmaktadır. Birkaç yıl sonra bu kez Tokyo kamikaze pilotlarından ümitvârdı.

Niçin intihar görevleri?

İntihar görevlerini icât eden muhakkak ki Amerika değildir. Esasen, Batı geleneğinde zengin bir damarı temsil etmektedir. İncil'de, Samson, tapınağı Filistin liderliğinin üzerine yıkarken kendisini kurban etti ve ölürken hayatı boyunca yaptığında daha çok sayıda adam öldürdü. Ispartalılar Termofil'de Perslerle karşılaştılar ve biliyorlardı ki başarısızlığa mahkum çaba, işgalci gücü yine de yeterince oyalayacak ve Yunan savunmasını hazırlamaları için Atinalılar'a gerekli zamanı tanıyacaktı. Bağnaz Yahudiler ve Sikaryanlar, Roma hâkimiyetine karşı ayaklanmayı kışkırtmak için M. S. I. yüzyılda Roma eyaleti Judea'da, daha ziyâde ılımlı Yahudilere karşı intihar saldırıları başlattılar.

İntihar görevleri, daha sonra Avrupa tarihinde de kilit rol oynamıştır. Niccolo Caldararo, intihar bombacıları hakkında kaleme aldığı makalede "11 Eylül sonrasında kaleme alınan kitaplar, intihar bombalamalarını Doğu tarihi bağlamına yerleştirme ve modernizme karşı egzotik ayaklanmalarla sınırlı tutma eğilimindedirler"; "19.yy sonu ve 20.yy başları hakkında yapılacak bir çalışma, Avrupa'nın kalbindeki intihar bombacılarının ve suikastçıların çok sayıda örneğini verecektir." çeşitli Avrupalı ulusçular, Rus anarşistleri ve terörizmi ilk kez uygulayan diğerleri de buna dâhildir.

Avrupa geleneğindeki intihar görevlerinin bolluğuna bakınca, bu taktiğin İslam'a yahut köktencilere münhasır olduğunu savunmak zor olacaktır. Yine de bazı uzmanlar intihar misyonlarını belirli bir alana sınırlayan bir şecere çıkarmaktan keyif alıyorlar ve 12.yy'ın suikastçi tarikatını (ilk önce İspanyollara sonra da 20.yy'ın başlarında Amerikalılara karşı mücadele eden) Filipinlerin müslüman intihar bombacılarına/gerillalarına bağlıyorlar. Hizbullah, Hamas, el Kaide ve Çeçenya'daki müslüman isyancıların son intihar eylemlerini de bu şecereye bağlıyorlar. İntihar bombacılarını sefih bir şekilde harcayan Sri Lanka'nın Tamil Kaplanları, tek gayri müslim istisna olarak bu serideki yerini alıyor.

Bizim ve onların intihar saldırılarının bariz üç özelliği vardır. İlki, intihar saldırısı "zayıfın silahıdır" ve oyun alanını düzleştirmede kullanılır. İkincisi, genelde işgalci güce karşı kullanılır. Ve üçüncüsü, ucuzdur ve vahşice etkilidir.

İntihar saldırılarını genelde teröristlerle ilişkilendiririz. Fakat devletler ve orduları sayıca azınlıkta olduklarında, düşmanlarına karşı bu tür saldırılar düzenlerler tıpkı Preble'ın Trablus'ta veya Japonların II.Dünya Savaşı sonunda yaptıkları gibi. İran, Amerikan destekli Irak ordusuna karşı teknolojik zaafiyetini telafi etmek için 1980'lerde İran-Irak savaşı sırasında genç gönüllüler dalgası göndermişti ki içlerinden bazıları silahsızdı ve bildirildiğine göre aralarında dokuz yaşında çocuklar da vardı.

İşgalci güce karşı intihar saldırılarına başvurma eğilimi devlet dışı aktörlerde daha yüksektir. İşgalci kuvveti kaldırın, intihar saldırıları sona erecektir der Robert Pape (Dying to Win adlı kitabında). Bizlerin, işgalcilerin (ABD, Rusya, İsrail), Irak, Afganistan, Çeçenya, Lübnan ve başka yerlerde kendimize öylesine yabancı, öylesine anlaşılmaz bulduğumuz intihar eylemlerini körüklemede kayda değer bir rol oynadığına hükmetmek abartı olmayacaktır. Modern intihar bombacısının ilk örneği, İsrail işgali ve istilası üzerine 1980'lerin başında Lübnan'da ortaya çıktı. Mike Davis, araçla yapılan bombalama eylemlerinin tarihine değindiği Buda's Wagon adlı kitabında "Şii intihar eylemcisinin, Ariel Şaron'un kasıtlı olarak yarattığı bir Frankenstein canavarı olduğunu" yazar. ABD ve İsrail, bu tür eylemlere zemin hazırlayan şartları yaratmakla kalmayıp eylemcilerden bazılarını da eğitmiştir. ABD'nin mâli destek verdiği Pakistan istihbarat servisi, 1980'lerde Sovyetler'e karşı savaşmak üzere diğer müslüman ülkelerden gelen 35.000 müslümanın eğitimden geçtiği, isyancı yetiştiren hakiki bir okul idare etmişti. Mücahitlere verilen ABD yardımını göklere çıkartan Charlie Wilson's War adlı kitaba şöyle bir alt başlık verilebilir: Bildiğimiz ve Finanse Ettiğimiz İntihar Bombacıları.

Son olarak, bu teknik "işe yaramaktadır." Ulusal güvenlik uzmanı Muhammed Hafız'ın işaret ettiği gibi, İntihar bombacıları, konvansiyonel terörizme kıyasla 12 kat daha fazla ölüme yol açmaktadır. ABD ordusu, hava kuvvetlerinin elindeki silahların, "akıllı" bombaların ve füzelerin "isabet" yeteneğinin reklamını yapar. Ama gerçekte intihar bombacıları "en akıllı" bombalardır çünkü hiçbir füzenin beceremeyeceği şekilde hedef üzerindeyken nişangâh tanzimini ve son an düzeltmelerini yapabilirler. İlave olarak, kendilerini havaya uçurmak sûretiyle, eylem sonrasında örgütleri ve yöntemleri hakkında hiçbir bilgi veremeyecek duruma gelirler ve grubun gizliliği muhafaza edilmiş olur.

İntihar bombamcısı olmaya götüren ferdi saikler şaşırtıcı derecede çeşitlidir. Askerlerimiz bizim için kendilerini feda ettiklerinde onlara kahramanlık hamletme eğilimindeyiz ve fakat bize karşı yapıldığında donuk bakışlı fanatizm deriz. Ancak intihar eylemcilerini yakından incelediğinizde çılgın olmadıklarını ve bir diğer popüler izah olan "feci bir yoksulluk veya ekonomik mahrumiyet" yüzünde bu eylemleri yapmadıklarını görürsünüz (ancak Mumbai saldırısından hayatta kalan ve yargılanan intihar bombacısının bu güdüyle hareket ettiği görülüyor). Anat Berko, dikkatli bir şekilde kaleme aldığı The Path to Paradise (Cennet'e Giden Yol) başlıklı tahlilinde şöyle diyor: "Sadece ekonomik problemleri olduğundan değil, intihar bombacılarının pek çoğunun, gerçeklik ve hayali birbirinden ayırmalarını engelleyen duygusal rahatsızlıkları yok." Iraklı ve Amerikalı yetkililerin, intihar bombacılarının bu eyleme icbar edildikleri yönündeki telkinlerine rağmen uzmanlar böyle bir vakayı tespit etmiş değiller.

Bu belki de cebir hakkında dar bir anlayışı yansıtmaktadır. Her şeyden önce kahramanca fedakarlık kültürüyle askerlerimizin beyni yıkanmıştır tıpkı Hamas'ın intihar bombacıları gibi. Beyin yıkama her zaman işe yaramaz: Birçok Amerikan askeri kaçak durumundadır veya barış hareketlerine katılmışlardır tıpkı bazı intihar eylemcilerinin son dakikada vazgeçmesi gibi. Ne ki öldürmeyi aşılayan temel teknik eğitim, emirlere uymaya hazır olmak ve hayatı feda etmeye razı olmak her yerde savaşçı ahlakın bir parçasıdır.

O halde intihar görevleri, bilhassa işgal altındaki topraklarda belirli hedeflere ulaşmak üzere, sayıca az olan orduların ve gerilla hareketlerinin başvurduğu askeri bir tekniktir. Bugün Irak'ta veya dün 1804'te Intrepig güvertesinde bu görevlere gönüllü yazılanlar, umumiyetle, kendi hayatlarının üzerine daha büyük gâyeler -özgürlük, ulusal self-determinasyon, etnik veya dini beka gibi gâyeler- yerleştiriyorlar.

Fakat durun: Diğer askerlere karşı intihar saldırısı yapan askerleri, umumi mahalde sivilleri havaya uçuran teröristlerle bir tutmuyorum. Doğrusu, bunlar iki ayrı katagoridir. Ancak – sivillerin gitgide muharebenin kurbanlarına döndükleri - modern harp tarihinde bu ayrımlar bulanıklaşmıştır.

Terör ve Siviller

Bugünün intihar bombacısının geleneksel resminde, genç bir adam veya kadın bulunur, genelde Arap'tır ve bir video görüntüsüyle inancını duyurur, patlayıcı yüklü bir yelek giyinir ve kalabalık bir pizzacıda, otobüs, pazaryeri, câmi veya kilisede kendisini hibe eder. Ancak bu resmi genişletmemiz gerekir. 11 Eylül hava korsanları, biri askeri hedef, Pentagon dâhil önemli yerleri hedefledi. 23 Ekim 1983'de bomba yüklü kamyonla eylem yapan Hizbullah intihar komandosu, Beyrut'taki Amerikan donanma kışlasını yok etti ve 241 Amerikan askerini öldürdü. Tamil kadın intihar bombacısı Thenmozhi Rajaratnam, !991'de Hindistan Başbakanı Rajiv Gandi'ye suikast yaptı.

Başka bir ifadeyle, intihar bombacıları sivilleri, askeri tesisleri, çok önemli gayri askeri alanları ve siyasi liderleri hedeflemişlerdir. Hizbullah, Tamil Kaplanları ve Çeçen intihar bombacıları genelde askeri ve siyasi hedeflere odaklanmışlardır (sırasıyla yüzde 88, yüzde 71 ve yüzde 61). Hamas ise büyük ölçüde sivil hedefelere odaklanmıştır (yüzde 74). Bu tür hareketler, bazen, kamuoyu kanaatine göre hedef değiştirmektedirler. Tamil Kaplanları 1996'da düzenledikleri saldırıda 91 sivilin ölümünün ardından ciddi bir imaj problemi yaşadı ve kasıtlı olarak askeri, polis ve hükümet hedeflerini seçmeye başladı. Bir Tamil lideri, Mia Bloom adlı araştırmacıya "Pizza Hut çocuklarının peşinden gitmiyoruz" diyerek Hamas'ın 2001'de Kudüs'te Sbarro'da 15 sivilin ölümüyle sonuçlanan saldırısına atıf yaptı.

İntihar bombacılarının sivilleri hedef aldığını düşünmeye şartlandırıldık ve bu yüzden onları konvansiyonel savaşın dışına yerleştiriyoruz. Ancak savaşın doğası zamanımızda değişti. Ordular, nüfusun iradesini yıkmanın ve düşman ülkenin liderliğini alaşağı etmenin bir yolu olarak 20.yy'da sivilleri hedef almaya başladılar. Japonların 1930'larda Çin'de yaptığı kıyımlar, Nazilerin II. Dünya Savaşı'nda İngiltere'ye karşı yaptığı hava saldırıları, müttefik güçlerin Alman ve Japon şehirlerini bombalamaları, Hiroşima ve Nagasaki'ye nükleer bomba atılması, ABD'nin Laos ve Kamboçya'yı halı bombardımanından geçirmesi ve Vietnam savaşı sırasında Phoenix programı çerçevesinde düzenlenen suikastlar, Rusya'nın Afganistan ve Çeçenistan'da gerçekleştirdiği tahribat, Irak savaşı boyunca yaşanan sivil kayıplar: Tüm bunlar, sivil alandan uzak bir bölgede savaşan konvansiyonel ordu fikrini, geçmişin antika mirası haline getirmiştir.

Sivillere karşı düzenlenen terörist saldırılar, bilhassa 11 Eylül saldırıları, askeri tarihçi Caleb Carr'ın Bush yönetiminin terörle savaş ilanını desteklemesine yol açtı. En çok satanlar listesindeki kitabı The Lessons of Terror'de "savaşa yalnızca savaşla cevap verilebilir", "daha imajinatif, nihâi ve teröristlerin akıl edemeyeceği kadar daha insani bir savaş tarzı bulmak üzerimize vazifedir" demişti. Bu daha imajinatif, nihâi ve insani tarzdaki savaş aslında hava bombardımanı, güçlendirilmiş özel kuvvetler (küresel düzeyde suikastlar için) ve Predator ve Reaper gibi insansız saldırı uçaklarının kullanılmasıdır (bu uçaklar Pakistan'ın aşiret bölgesi sınırlarında 7 gün 24 saat kullanımaktadır). Carr şöyle yazmıştı: "Predator'ler modern ordunun intihar bombacısına cevabı olabilir."

Carr'ın savı açığa vurucudur. ABD ordusu ve Washington'ın nazarında, Cehennem ateşi füzeleriyle yüklü Predator veya Reaper'ların ideal kullanımı, terörist liderlerini teker teker vurmaktır; başka bir ifadeyle, (Hindistan Başbakanı'nı öldüren) Tamil Kaplanı intihar bombacısının daha uygun mâliyete yaptığının aynadaki görüntüsüdür. Carr'a göre, robot uçaklarımızla uyguladığımız böylesi bir strateji etkin ve meşru bir askeri uygulamadır. Gerçekte ise insansız uçaklarla yapılan saldırılar düzenli bir şekilde kayda değer sivil kayıplarla neticelenmekte ve adına "tâli kayıplar" denmektedir. Araştırmacı Daniel Byman'e göre insansız uçakların hedeflediği her bir militan zanlısı için 10 sivil ölmektedir. TomDispatch'de yazan Tom Engelhardt şöyle diyor: "Pakistan'da, savaş makinesi suikastçiler terörü ve (terörizmi) ve de hiçbir sûrette köktenci olmayan halk arasında öfke ve nefreti kışkırtıyor. Ülkeyi istikrarsızlaştırma programının bir parçasıdır bu."

Dolayısıyla, "adil savaş" ve sivillerin teröristler tarafından haksız bir şekilde, vahşice hedef alınması arasındaki karşıtlık, konvansiyonel savaşlar ve pek çok terörist örgütün dar askeri hedefleri sayesinde sözkonusu olan sivil kayıplar sayesinde, uzun zamandan beridir bulanıklaştı

Ahlâki İzafiyetçilik

Bizim intihar bombacılarımız var ve onlara kahraman diyoruz. Beyin yıkama kültürümüz var ve ona temel eğitim diyoruz. Sivilleri öldürüyoruz ve adına tâli kayıp diyoruz.

Muhafazakarları öylesine öfkelendiren bu ahlâki izafiyetçilik mi o halde? Elbette değil. Bu mukayeseleri yapmamın nedeni intihar bombacılarının eylemlerini bağışlamak için değil kendi asil çabalarımız ve onların barbar hareketleri arasında, bizim kıymetli gâyelerimiz ve onların rezil hedefleri arasında yaptığımız siyah ve beyaz tasvirlerin ikiyüzlülüğüne işaret etmektir. Biz – güya aydınlanmış savaş adasının sâkinleri – beynimiz yıkanarak, Hiroşima'ya atom bombası atılmasını meşru bir askeri eylem olarak görürken 11 Eylül saldırılarını insanlığa karşı işlenmiş iğrenç bir cürüm olarak görüyoruz. Trablus'taki Amerikan saldırısı benzeri eylemleri Amerikan kahramanlığı olarak, U.S.S Cole'e yapılan saldırıyı barbarizm olarak görmek üzere eğitildik. Patlayıcı yelekleri aşırılığın işaretidir; Predator füzeleri ise ileri hassasiyetin işareti.

Gözlerimizi açıp kendi dünyamızı ve neler yapmakta olduğumuzu görsek daha iyi bir iş yapmış olurduk. Evet, "onlar" bazen korkutucu bir fedâ ve şehitlik inancına sahipler fakat aynısından bizim de var. Ve işgalin sona erdirilmesi, dünyayı demokrasi için özgürleştirmekten daha az asildir diyecek kişi de kimdir? Will Smith, I Am Legend adlı filmde vampir işgaline karşı kendisini feda etmeye gönüllüydü. Şu an işgal altında tuttuğumuz ülkelerdeki askerlerimizin âşikar bir şekilde kötü kalpli olan bilim kurgu yaratıklarından daha az tehditkâr olmadıklarını farketmeliyiz. İşgalci askerlerimizin mevcudiyeti bazen Will Smithvâri çaresizlik ve – bunu söyleme cesaretini göstereceğim - yüreklilik ilham etmektedir.

Gerçek şu: İşgallerimizi sona erdirirsek, "onların" intihar bombacılarını yok etme yolunda uzun bir mesafe katedeceğiz. Fakat kendi şehitlik kültümüze ne zaman ve nasıl son vereceğiz?

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı