Biz Osmanlı'ya burun kıvırarak yetiştirildik daha ilkokul birden bu yana.

Geri kalmışlığımızı, fukaralığımızı, itilip kakılmışlığımızı geçmişimizden bildik.

Nedense, bir milletin geleceğinin geçmişinden kesildiği gerçeğini yeni yeni kavramaya başladık...

Devletî-Alî-Osman'ı sorduğumuz da, o saat karşımıza Deli İbrahim'i, Sarı Selim'i, Duraklama ve Gerileme Dönemini anlattılar.

'Türkiye'yi mahvetti' dediler...

Aslında bu koca imparatorluğu yıkanın, bizi inim inim inletenlerin Osmanlı değil, beceriksiz, ne yaptığını bilmez, devlet yönetmeyi bir tek "ya devlet başa ya kuzgun leşe" deyişine bağlayan İttihat'çılar olduğunu çok sonra öğrendik.

Kemal Tahir'in Devlet Ana romanı elinizin altındaysa, açın son sayfasını. Osmanlı'nın ne olduğunu hemen anlarsınız.

Kerim, Bacıbey'in elinden kamçıyı alır... Kılıcını asar duvara, divana oturur, Nizamnameyi açar ve okumaya başlar...

Osmanlı, nizamdan yani düzenden yanadır... Çapulcu, talancı değildir. Kendisine yönelik tehlikeleri zamanında anlamış, yok olmama savaşları vermiş, ayakta kalmış 600 yıl...

Dikkat edin, Cumhuriyet döneminde, halkın önünde iki kişi açık açık Osmanlı'ya sahip çıkmıştır. Bunlardan biri rahmetli Turgut Özal'dır, diğeri de Tayyip Erdoğan...

Hangi İmparatorluk'ta, 21 yaşında bi delikanlı hem Fatih olabilmiş, hem ölümsüz eserler bestelemiş, şiirler yazmış, yasalar kaleme almış, Doğu Roma İmparatorluğu'na son vermiş, kimsenin dinine, inancına, yaşam biçimine el sürmemiş, en has mühendisle mimardan, daha hünerli çıkabilmiştir?

Yavuz'un Çaldıran ve Ridaniye seferleri, ABD'de, Westpoint Kara Kuvvetleri Akademisi'nde lojistik dersi olarak okutulur hala...

Başka bir imparatorlukta, değişik etnik kökenli insanların, başka dinlerden kişilerin Sadrazam, Serasker, Nazır, Vali, Vezir olduğunu görebilir misiniz?

Siz hiçbir Hintli'nin Büyük Britanya İmparatorluğu'nda bırakın vekil vükela ya da komutan olmayı, küçük bir yönetici olduğunu duydunuz mu, okudunuz mu?

Daha fazla uzatmayalım... Biz Cumhuriyet çocuğuyuz. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmakla da gurur duyarız... Ama geçmişimizle, Osmanlı'yla da övünürüz, ona ne mazeret ararız ne de dil uzatanları yanıtsız bırakırız. Bu böyle biline!


 Nedir bu İran'dan sözüm ona gelen 18.5 milyar dolar?

İran, IMF'ye bir mektup döşenmiş. Türkiye'ye gönderildiği öne sürülen 18.5 milyar doların araştırılmasını istemiş. İngiliz Daily Telegraph Gazetesine göre arkalarında İran eski Dışişleri Bakanı İbrahim Yezidi'nin de bulunduğu, üç İranlı muhalif siyasetçi, Başbakan Tayyip Erdoğan'a gönderdikleri bir mektuba cevap alamamalarının ardından, IMF Başkanı Strauss-Kahn'a konuyla ilgili bir mektup döşenmişler!

Para İran'dan yasa dışı yollarla çıkarılmışmış, İranlı iş adamı İsmail Seferyan Nasab, parayı Almanya üzerinden Türkiye'ye getirdiğini söylemiş... Bunun üzerine de, yani bu para Merkez Bankası'nın kasalarına girince de Türkiye, IMF'den borç almayacağını açıklamış!

Bu laflara kargalar bile güler dememe ramak kalmıştı ki, Merkez Bankası Başkanı Sayın Durmuş Yılmaz benden önce davrandı, ve hem şu lafı etti hem de kendisi kahkahayı patlattı!

Yahu kardeşim, bu kadar parayı taşımak için en az altı bilemedin yedi TIR gerekir! Para üstelik nakit de değil. Yani 7.5 milyar doları nakit geri kalanı da 20 ton altın!

Devlet Bakanı Sayın Hayati Yazıcı da, işini gücünü bırakmış, iki kez arka arkaya 'tövbe Yarabbim' dedikten sonra, bağırmamak için de kendini güç zaptederek "İranlı bir iş adamı tarafından, varlık barışı çerçevesinde, 7 Ekim 2008 tarihinde Türkiye'ye gönderilen 7.5 milyar dolar nakit ve 20 ton altına, Ankara Gümrük Muhafaza Başmüdürlüğü'nce el konulduğu ve Esenboğa civarında bir depoda bekletildiği yolundaki iddialar tümüyle gerçek dışıdır" demiş.

Kardeşim akıl var mantık var. Türkiye'ye 18.5 milyar dolar gelse öne sürüldüğü yollardan, ağzında bakla ıslanmayan nice "görevlimiz", bunu çoktan sağa sola fısıldar hatta cep telefonuyla fotoğraflarını çeker, gazetelere üç beş bin lira karşılığı servis yapardı!

Tabii Tayyip Bey, böyle bir mektuba cevap yazmaz. Bunca işi gücü arasında bir de delilerle mi uğraşacak?!

Kaynak: Star