İster 2009 yılında gerçekleşsin, isterse 2010 ilkbaharında. Genel seçimler için geriye saymaya başladık. Dolayısıyla siyaset sahnesindeki her hamleyi, seçim hesaplarıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor.

2007 seçimlerine doğru giderken yaşanan cumhurbaşkanlığı krizi ve ardından gelen 27 Nisan muhtırası, AK Parti’yi beklentilerin çok ötesinde bir oyla yeniden iktidara taşıdı. Alınan % 47’lik oyun ardından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın parti genel merkezinin balkonunda yaptığı konuşma, siyasi merkezde sahici bir yer edinme konusundaki kararlılığını gösteriyordu. Kuşatıcı, gerginlikten uzak ve oy vermeyen kitleyi de rahatlatan bir konuşma yapmıştı Erdoğan.

***

Ancak o gecenin ardından siyaset öylesine beklenmedik krizlerle savrulmaya başladı ki, bir daha dönüp 22 Temmuz gecesinde ortaya çıkan havayı yakalamak mümkün olmadı. % 47’nin gereğini yapmamakla suçlanan hep AK Parti ve Erdoğan oldu. Ancak bugünden geriye doğru bakıldığında bunun haklı bir değerlendirme olduğu söylenemez.

2007’nin ortalarından itibaren, ortaya çıkan hemen her siyasi krizin odağında dikkat çekici bir hamle vardı. İster kapatma davasında olsun, isterse diğer krizlerde; hepsinde Tayyip Erdoğan’ı sistem dışına itme konusunda ilginç manevralar dikkat çekiyordu.

Kapatma davasında beklenen olmadı. ‘Beklenen’ diyorum, zira yanında ya da karşısında olsun, hemen herkes iktidar partisinin kapatılacağından emindi. Meslektaşlarımızın önemli bir bölümü de aynı düşünceyi kamuoyuyla paylaşıyordu. Tıpkı 2007’nin ilk aylarında ‘Erdoğan Köşk’e, Gül Başbakanlığa’ tezini savundukları gibi.

Anayasa Mahkemesi, hayli sürpriz bir kararla AK Parti’yi cezalandırdı, ama kapatmadı. Ne tuhaf değil mi, mesela kapanmasın diyen üyelerden sadece bir tanesi oyunun rengini değiştirseydi, bugün AK Parti ismi siyaset sahnesinde olmayacaktı.

Anayasa Mahkemesi’nden bıçak sırtında çıkan kararın, siyasi hesaplar açısından tek bir anlamı vardı; Tayyip Erdoğan yola devam ediyordu.

***

Böyle bir sürecin ardından bugün neredeyiz?

Kuşkusuz Erdoğan’ı tasfiye edip AK Parti’nin siyasi gövdesiyle yola devam etme arzusunda  olanlar, bu konudaki niyetlerinden vazgeçmiş değiller. Altını çizelim. Bugün siyaset sahnesindeki ciddi hamlelerin önemli bir bölümü aynı hedefe yönelik.

Kimler ya da hangi kesimler? Mesela, İsrail’le yaşanan kriz, İran konusundaki gelişmeler ve tüm bunların ABD nezdinde Türkiye’ye (daha doğrusu Başbakan Erdoğan’a) ciddi bir tepki olarak dönmesini bekleyenler.

Başka; mesela terörün azgınlaşıp açılım sürecini yerle bir etmesini bir köşede izleyenler.  Bunlara ‘Erdoğan sivil bir baskı rejimi oluşturuyor’ diyenleri de ekleyebiliriz.

Dahası var. Ama şimdilik bu işi kimlerin kotarmaya çalıştığını değil, neler yaptıklarını anlamaya çalışalım.

***

Obama-Erdoğan görüşmesi, bu tür beklentilere sahip olanlara istediğini vermemiş görünüyor. Daha önce de sıkça tartıştık. Artık Türkiye ve ABD yönetimi arasında sıkça görüş ayrılıkları yaşanacak, hatta zaman zaman tezler ciddi ölçüde çatışacak. Ama bu durum, iki ülkenin konuşmasına ya da ilişkilerine engel olacak bir dönemin değil, Ankara’nın masada söz sahibi olduğu bir geleceğin habercisi. ABD’de kafası karışık olanlar var, bu durumdan rahatsız olup eski günleri özleyenler var. Ama ne olup bittiğinin farkında olanlar da var. Tıpkı bizde olduğu gibi.

Umarız, böyle bir geleceği, iç çekişmeler kurban etmeyiz. Çünkü Erdoğan’ı sistem dışına itip siyaseti yeniden dizayn etme arzusu, bazıları için kör bir ihtirasa dönüşmüş durumda.


Kaynak: Star