Tahran, bienaller şehridir de denilebilir. Gerçi İranlılar 'Bienal' kelimesini hemen hemen hiç kullanmıyorlar. Türk Dil Kurumu'nun bu kelimenin Türkçe karşılığı olarak ürettiği 'yılaşırı'ya karşılık gelen 'Dosalane" kelimesini kullanmaya özen gösteriyorlar.
Amirali Ghasemi ve Serhat Köksal küratörlüğünde düzenlenen 1. Uluslararası Gezici Tahran Bienali'ni incelemek için Hafriyat Karaköy'e giderken açıkçası daha ziyade Tahran şehri üzerine yoğunlaşmış bir çalışmalar toplamı ile karşılaşacağımı sanıyordum. Toplam olarak dünyanın her yerinden gelen video, ses, poster, afiş, fotoğraf, çizim, çıkartma ve kartpostal dallarında 500'ü aşkın çalışma sanki özellikle popüler kültürün tüketimine açık "Üçüncü Dünya" ülkelerini kapsıyor.
Öyleyse niye "Tahran Bienali" olarak isimlendirilmiş bu etkinlik?..
İran'la ilgili herhangi bir haberin veya etkinliğin olabildiğince ilgi gördüğü dönemlerdeyiz. Aslında bu dönem devrimden bu yana bir türlü tamamlanmıyor. İran, özellikle Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından uluslararası sistem karşısında bir direnişi temsil eden ülkelerin oluşturduğu listede baş sırada yer almaya devam ediyor. Bunun yanı sıra "Batı'nın Kültürel Hücumu'na karşı kendi dinamiklerine yaslanmayı esas alan bir direnme tavrı mevcut İran'da. Bu tavır sansür ve yasakları da yanı sıra getiriyor. Sansür ve yasaklara karşılık İranlı gençlerin popüler Batı kültürüne dönük ilgisi ve keşif merakında bir azalma olmadığı görüşünü vurgulamaya dönük, bu bienaldeki kimi çalışmalar.
Halihazırda İran'da dini ve milli kimliğini korumayı dışarıya olabildiğince kapanma çabasına bağlayan bir yönetim anlayışı mevcut. Reformist dönem ise uluslararası sistemi tanıyarak aşmanın yollarının araştırıldığı bir dönemdi. O dönemin İran'a getirdiği kazanımlar elbette bütünüyle yitirilmedi. İran, özellikle başkent Tahran, bu açıdan bir çelişkiler şehri. Kalabalık bir caddenin kıyısında yoldan gelip geçen genç kızların kılık-kıyafetlerini kontrol eden, bu genç kızlardan kimilerini "doğruyu bildirip yanlıştan sakındırma" adına uyarmakla vazifeli kişilerin bulunduğu araçları görürsünüz. Bu caddenin bir aşağısındaki meydanda ise Antigone'nin ya da Vişne Bahçesi'nin sahnelendiği bir tiyatro çıkar karşınıza. Geleneksel İran mimarisinin özelliklerini yansıtacak şekilde yapılmış bir kültür merkezinin hemen ilerisinde, cephesi tamamen camla örtülü eklektik bir mimari üslubunu yansıtan bir gökdelen çıkar karşınıza. Biraz daha ilerlediğinizde, İmam'lardan birinin vefatı dolayısıyla verilen bir hayrat etrafında toplanan, şehrin her kesiminden simaların bulunabileceği bir kalabalığın arasından geçersiniz. Ardından, önünde uzun kuyrukların oluştuğu bir sinema salonu çıkar karşınıza. Kadınların kılık-kıyafetlerine getirilen sınırlanmalardan etkilenmediğini düşündürten film afişleriyle karşılaşırsınız.
Kuşkusuz Tahran, gezici bienalin tanıtım broşürlerinde de ifade edildiği gibi, "başka cins bir megaşehir". Tarihi Rey şehri ile Elbruz Dağı eteklerinde uzayıp giden, şahlara mekan olmuş saraylar arasındaki boşlukta yatay olarak gelişmiş bir şehirden söz ediyoruz. Dağın eteklerinin sunduğu temiz hava ve yeşillik, şehrin kuzeyini müreffeh kesimin mekanı haline getirmiş. Güney mahallelerinin sakinleri, Kuzey'e iş aramak ya da gezinmek üzere giderler. Parklar aile pikniklerine imkan tanıyan mekanlardır. Salt kadınların spor yapmasına ayrılmış ya da gençlerin bisiklet sürebileceği şekilde tasarlanmış parklarıyla da ciğerlerini temiz tutmaya çalışan bir şehirdir Tahran. Güney mahallelerinin mimari dokusu, yeni bir düzenlenmeyi imkansız kılacak ölçüde sıkı ve zayıftır. Devrimden sonra Güney mahallelerine belediye hizmetlerinin götürülmesi yönünde özel bir çaba sarf edildiği söylenebilir.
Sanat etkinlikleri, çarpık büyümesine ve kirli havasına karşılık yaşanılır kılacak kadar yaygındır bu şehirde. Bir tarafta kültürel korunma adına gençlere kısıtlamalar getiren bir şehrin, diğer tarafta yeni ve aykırı sanat akımlarının gelişmesine imkan tanıyan bir esnekliği olması, şehre yeni gelen yabancılar için şaşırtıcı olabilir. Bu şehrin çatısı altında değişik sanat akımları, farklı grupların faaliyetleri etrafında gelişme imkanı bulurlar. İran'da bulunduğum dönemlerde fırsat buldukça katıldığım Ordibeheşt Yayınevi çevresinde düzenlenen Beyaz Şiir Toplantıları, bunun bir örneği. 90'lı yılların ikinci yarısında Tahran'da bir saz öğretmeye dönük olarak açılan kurslarda büyük bir patlama yaşanmıştı. Gençlerin sinema ve tiyatro kurslarına ilgisi de aynı ölçüde büyük. Futbol takımları ise, devrimin ardından uzun denilebilecek bir süre gözardı edildikten sonra, 90'lı yıllarda büyük bir coşkuyla geri dönmüş bulunuyor. Bir futbol maçının ardından trafiğin kilitlenmesi çok olağandır.
Hafriyat Karaköy'de edindiğimiz bilgilere göre, neredeyse elli yıllık bir geçmişi olan Tahran Bienali'nin bünyesinden doğan 'kentsel kıskançlık' temalı bienal İstanbul'dan 6 Temmuz'da ayrılacak ve 2010 mayısına kadar çeşitli dünya şehirlerini dolaşacak.
Buluşçuluk, bienal etkinliklerinin en çarpıcı özelliğidir. Buluşunuzdaki farklılıkla, izleyenleri şaşırtmalı hatta şoka uğratmalısınız. Sezer Tansuğ gibi, bienallere özgü buluşçuluğu yavan ve derinliksiz bulan sanat eleştirmenleri az değildir. Kalabalık malzemesi yüzünden bazen sanatçı olanla olmayanın karıştığı, özgün seslerin gürültülü sunumların arasında duyulmaz hale geldiği etkinliklere dönüşebiliyor bienaller. İranlı sanatçıların, Müslüman toplumlarda çok da yaygın olmayan bienal etkinliklerine büyük ilgi gösterdiği söylenebilir. Bunun bir nedeni, bu sanatçılarda üretim imkanları açısından mevcut olan kısıtlanmışlık duygusu olabilir. Musiki ve edebiyat alanında hissedilen bu kısıtlanmaya karşılık, bienaller özellikle genç sanatçıları özgün eserler geliştirme konusunda yüreklendiriyor. Gezici Tahran Bienali broşürlerinde de kaydedildiği gibi, İran'da düzenlenen bienallerin önemli bir kısmı devlet destekli olarak gerçekleşiyor. Tahran Görsel Sanat Bienali, Hat Bienali, Heykel Bienali, Çizgi Film Bienali, İslam dünyası Resim bienali, Grafik Tasarım Bienali, Afiş Bienali, Çocuk Kitabı Resimleme Bienali, İslam dünyası Afiş Bienali…
Hafriyat Karaköy'de sergilenen bienalde mevcut olan birkaç resim ve afiş, popüler kültür kadar kendi ülkelerinde mevcut olan kısıtlayıcı koşulların da gençler üzerindeki olumsuz etkilerine göndermelerde bulunuyor. Mina Mohsini'ye ait bir çalışmada, yukarıda bir yerde değindiğim, İranlı ailelerin yaygın olarak rağbet ettikleri park pikniklerine yer verilmiş. Samira İskenderifer resim çalışmasında, İranlıların karakteristik yüz çizgilerini derinleştirmeyi denemiş. Pider Zadulief'e ait "Kırmızı Topuklu Kadın", bu ülkede başörtüsü bağlamında mevcut olan kuralları kadın bedeni üzerinden karikatürize eden bir çalışma. Göçe açık şehirlerdeki çarpık yapılanmayı gösteren çalışmalarda yer alan, modernist mimarların "makine" olarak isimlendirdikleri tarzdaki perde binalara, dünyanın pek çok büyük şehrinde rastlanılabilir.
Uluslararası gezici bir bienalin sığdırılmaya çalışıldığı dar mekanın ikinci katında, videoda İran'da bir ev partisine ait olması gereken görüntüler akıp gidiyor. Birer siyah gölge halinde oynamayı sürdüren -ve sanki sonsuzca oynamaya devam edebilecekmiş gibi görünen- kadınların, ev partileriyle sınırlı kalan eğlenme imkanları nedeniyle eğlenceyi abarttıklarını, oyunu adeta bir muhalefet tarzı olarak sürdürdüklerini ima eden bir akışı var filmin. Bir broşürde karşımıza çıkan "Gözel Geceler 13: Çifte Terli Bienal Tahran Partisi" başlıklı isimlendirme, bu imayı destekliyor.
"Gözel Geceler", Azeri ağzına da göndermede bulunan bir sunum. Kent olarak Tahran'ın geleneksel-modern, devrimci-muhafazakar, havası kirli-parkları yeşil, Güney'i yoksul- Kuzey'i varsıl… şeklindeki zıt imajlarla bezeli örtüsünün arkasında uzayıp giden, iktidarı temsil eden gündüze karşılık ikinci bir toplumsal yapıyı ve hayat tarzı arayışını temsil ettiği var sayılan gecelerine dönük merakı uyandıran bir başlık bu aynı zamanda. Düzenlendiği mekanın darlığı bir yana; Tahran Bienali, "kentsel kıskançlık" başlığı açısından bakıldığında, umulanın altında bir malzeme sunuyor, bana kalırsa.