İki ay önce Suriye’deki krizin, Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın yapacağı reformlarla son bulmasını umuyorduk. Hepimiz sürpriz son dakika konuşmasını bekledik. Oysa baskı araçlarıyla birlikte ayaklanmanın ateşi daha da arttı. Son iki haftadaysa şiddet yöntemi doruğa çıktı. Umut kapısı neredeyse kapanmak üzere. Bu durum, Suudi Arabistan’ı bile Suriye yönetimini kınamaya, katliamları durdurmasını istemeye sevk etti.
Şimdi bize düşen, rejimin bütün fırsatları heba ettiği ve akıbetinin felakete maruz kaldığı gerçeğini kabul etmek. Geriye sadece ayaklanmanın nasıl son bulacağını düşünmek kalıyor. Rejimin nasıl düşeceğine dair üç ihtimal var: Birincisi, Arap kılıfı ve Güvenlik Konseyi’nin de kararıyla uluslararası müdahale. Türkiye burada başrol oynayacak ve Türk güçleri Şam’a ulaşana dek uluslararası gücün ana oluşumunu teşkil edecek.
İkinci ihtimal, uluslararası toplumun gerek Rusya ve Çin’in vetosuyla gerekse Batı’nın Irak ve Afganistan’a benzer bir savaş endişesiyle askeri müdahaleyi benimsememesi. Burada barışçı gösteriler, uluslararası destekle birlikte silahlı direnişe dönüşecek, silahlı direniş de daha uzun vadede ve daha büyük kayıplarla rejimi düşürecek. Üçüncü ihtimalse, rejimin içinde değişim yaşanması ve siyasi bir çözüme destek olacak biçimde mevcut yönetimin düşmesi.
‘Birinci Hama’dan beri...
Rejimin, İran’ın silah, güç ve para desteğinden istifade ederek, uluslararası acizliğin ortasında daha fazla kan dökerek kurtulması mümkün. Fakat rejimin, sert baskı araçlarının gölgesinde kurtulması uzak ihtimal. Zira halkın çoğunluğu, rejimin düşürülmesinde ısrarlı. Esad rejiminin stratejisi korkutma ve caydırmaya dayalı.
Dünya, birinci Hama katliamından bu yana epey değişti. Bugün korku siyaseti, uluslararası alanda rejimin etrafındaki çemberi daralttı; kendisine en yakın ülkeler kendisinden uzaklaşıyor. Suriye’den gelen haberler kalbi yaralıyor. Korkunç hikâyeler dizisi bitmiyor, fakat rejim tam da bu yüzden bitecek. (Şark ül Evsat gazetesi, 10 Ağustos 2011)
Kaynak: Radikal