CHP ile çarşaf ilişkisine dair tartışmalar Türkiye gündeminin yeni bir konusu değildir. Çarşaf simgesi üzerinden, Türkiye'nin temel kimlik değerlerine "karşı" bir tutum sahibi insanların CHP'de ve Türkiye bürokrasisi içinde mevcut olduğu da yeni bir gerçek değildir.
Yeni olan, hem CHP'de hem Türkiye'de bu "karşı" olanların etkili oluşu ve kendi tutumlarını merkez bir tutum haline getirmeye çalışmalarıdır. Yakın zamanda gerekçeleri yayımlanan Anayasa Mahkemesi kararlarını hatırlamak gerekir. Bu kararlarda, "başörtüsü" laikliğe aykırı bir simge, bir siyasî simge olarak görülmektedir. Aslında "siyasî" kelimesi olumsuz anlamda bir kelime değildir; siyasî simge kullanmak da yasak veya yanlış değildir. Sayın Başbakan'ın "Velev ki bir siyasî simge olsun." ifadesi, tartışmalara özünden yaklaşan, doğru bir ifadedir. Başörtüsü bir siyasî simge olsa, yani kişinin kendi siyasî görüşünü de ortaya koyan bir "gösterge" olsa, yasaklanması mı gerekecektir? Başka bir ifade ile kişilerin siyasî simge kullanması bu ülkede yasak mıdır? Değildir... Başörtüsüne gelince, niye siyasî simge yasak olsun? O halde, burada asıl tartışma konusu, başörtüsünün siyasî simge oluşu değil, "laikliğe aykırı oluşu"dur. Anayasa Mahkemesi kararlarında ve bu kararlar istikametinde düşünen çevrelerde hâkim olan kanaat budur: "Başörtüsü laikliğe ve Atatürk ilkelerine aykırıdır." Bugün CHP üyesi "çarşaflı"lara karşı çıkanlar da, bunu, Atatürk'ün kurduğu partiye "laikliğe aykırı" kıyafet taşıyan kişilerin üye olarak dâhil oluşuyla gerekçelendirmektedirler.
O zaman bu hususu tartışmak gerekir, çarşafın ve başörtüsünün Türkiye tipi laikliğe aykırı olduğunu nereden çıkartıyoruz? Üniversitelerde başörtüsü tartışmaları yaşanırken, bazı siyasetçilerin, akademisyenlerin, rektörlerin, "Atatürk'ün kılık ve kıyafet devrimini" ileri sürerek başörtüsüne karşı çıktıklarını görüyorduk. Hâlbuki Atatürk'ün bir kılık ve kıyafet devrimi yoktur; bugün anayasa koruması altında da bulunan sadece iki "devrim kanunu" mevcuttur. Bunlardan biri, Şapka Kanunu'dur, kadın kıyafetiyle alakalı değildir. Diğeri ise din adamlarının kıyafetlerini düzenleyen bir kanundur. Bizde kanunları, tarihî olayları okumak gibi bir âdet yoktur; kapakları, örtüleri, maskeleri kaldırmak, gerçeği öğrenmek amacı kimsede yoktur. Herkes, kendi zihniyet dünyasını, kendi anlayışını teyit ettirmek istiyor; Atatürk'ün düşündüğü gibi düşünmek değil, kendi düşündüklerini Atatürk'e söyletmek istiyor. Sonra da, bu kendi imalatı "Atatürkçülük"e inanmaya başlıyor. Eğer yetkili bir makamdaysa, yüksek bürokraside veya yüksek yargı kurumundaysa, bu kendi imalatı Atatürkçülüğü siyasî rejimin değişmez değerleri arasında göstermeye çalışıyor.
Cumhuriyet'in kuruluş dönemi inkılâplarının nereden başladığını ve nereye kadar uzandığını, nerede durduğunu bilmek gerekir. Eğer, "inkılâpçılık ilkesi de altı oktan biridir; Atatürk bir yerde durdu ama biz sürdürüyoruz" derseniz, başka sorunlarla karşılaşırız. Bir kere, 27 Mayıs 1960 darbecileri "inkılâpçılık" ilkesini anayasadan çıkartmışlardır. Öyle ya, son inkılâp, 27 Mayıs'ta yapılmıştır; ondan sonra olsa olsa "karşı inkılâp" olabilir, buna da müsaade etmemek lazımdır.
Gerekseydi Atatürk yapardı...
CHP'nin IV. Büyük Kurultayı 9-16 Mayıs 1935 tarihlerinde Ankara'da toplanmıştır. Kurultayın açış konuşmasını Atatürk yapmıştır. 1931'de toplanan bir önceki kurultaydan bu yana gelişen hadiseler, yapılanlar ve yapılması gerekenler üzerinde etraflı bir konuşmadır bu. Konuşmanın akabinde, tüzük, program, hesaplar ve dilekler için ayrı ayrı komisyonlar oluşturulmuştur. Dilekler için ayrılmış komisyona, vilayetlerde yapılan kongrelerde oluşan talepler, topluca intikal ettirilmiş ve bunlar üzerinde komisyonun çalışması ve bir rapor hazırlaması talep edilmiştir. Birçok hususun yanı sıra, "peçe ve çarşaf"ın yasaklanmasına dair dilekçeler de görüşülmüş ve komisyonda iki görüş ortaya çıkmıştır. Bazı üyeler, peçe ve çarşafın bir kanunla yasaklanmasını istemiş, çoğunluğu teşkil eden üyeler ise bu soruna dokunulmamasını benimsemişlerdir. Dilekçe komisyonunun en çok tartışılan maddesi peçe ve çarşafla ilgili husus olmuştur. Kurultaydan önce bazı yerlerde, yerel yönetim organlarının peçe ve çarşafla ilgili yasaklama kararları aldığı, bunların hukukî bakımdan tartışma konusu olduğu bilinmektedir. Komisyon kararı hakkında genel kurulda birçok konuşmacı söz almış ve görüş bildirmiştir. Giresun milletvekili Hakkı Tarık Us, bazı yerlerde yasak kararlarının alındığını ve başarıyla uygulandığını ifade ederek, "bu çağdışı kıyafetlerin bir kanunla yasaklanması gerektiğini, peçe ve çarşaf yasağının kanunî dayanağı olmadığı için bazı yerlerde yasak uygulamasından çekinildiğini" söylemiş, böyle bir yasaklamanın inkılâpçılığı esas alan parti programının da bir gereği olduğunu belirtmiştir. Buna benzeyen sözler başka delegeler tarafından da dile getirilmiştir. Tartışmaların sonunda söz alan zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, bugün başörtüsünü üniversitelerde yasaklamaya çalışırken "Atatürk inkılâpları" bahanesine sığınanlara da yetişecek şu cevabı vermiştir: "Eğer bu (peçe ve çarşafın yasaklanması), bir mesele olsaydı, bu büyük inkılâbı yapan (Atatürk), bunu da programına koyar ve sizden lazım gelen kararı alırdı." İçişleri Bakanı, Atatürk'ten fazla Atatürkçü olmaya çalışanlara duracakları noktayı bu şekilde göstermiştir. [Bazı ek bilgiler için, Tuncay Dursun'un "Tek Parti Dönemindeki Cumhuriyet Halk Partisi Büyük Kurultayları" (Ankara, 2002) isimli kitabına bakılabilir.]
Bu olayın ortaya koyduğu birkaç gerçek vardır. Birincisi, 1935 itibarıyla, başörtüsü değil, peçe ve çarşaf için bile yasaklayıcı herhangi bir mevzuat hükmü yoktur. İkincisi, peçe ve çarşafla ilgili yasaklayıcı mevzuat hükmü bulunmaması, bir unutkanlıktan kaynaklanmamakta, bir bilinçli tercih olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişisel olarak Atatürk'ün peçe ve çarşafa taraftar olduğu elbette iddia edilemez; ancak, bu konuda bir hukukî engelleme yapılmasına da müsaade etmediği açıkça ortadadır. Çarşaf, başörtüsü tartışmalarını Atatürk ve inkılâplar üzerinden sürdürmek, yasak taraftarlığını Atatürk'ü maske ederek temellendirmeye çalışmak tarihî gerçeklerle de çelişmektedir. Milleti Atatürk'le aldatmaya son vermek gerekir. Herkes, kendi düşüncesini, artık yüzleri kapatamayan maskeler arkasına sığınmadan ortaya koyabilmelidir
Kaynak: Zaman