Geçen hafta büyük bir gazetecilik başarısı olarak yayımladığımız Baykal'ın değerlendirmeleri büyük ilgi ve anlaşılır bir tepkiyle karşılandı. Hatırlarsanız, Baykal AKP lideri Tayyip Erdoğan'ın niçin cumhurbaşkanı olmayı hak ettiğini karşı çıkılması zor bir mantıksal tutarlılık içinde izah etmişti.

Ne var ki ülkeyi karıştırmak isteyen ve kendilerine 'ruh ve mana milliyetçileri' adını takan bir grup, Baykal'ı anlamama ısrarını sürdürmekle kalmadı, eğer ellerine fırsat geçerse Erdoğan'la birlikte ona destek veren Baykal'ı da vatana ihanetten yargılanmak üzere istiklal mahkemesine vereceklerini duyurdu. Bu akımın sözcülerine göre Erdoğan ancak bir 'pano milliyetçisi' olduğu için cumhurbaşkanı da olmamalıydı, çünkü cumhurbaşkanı olmanın en önemli şartı 'defter milliyetçiliği'ydi.

Siyasete uzak okuyucular bu derinlikli tartışmayı anlamayabilirler. Ama bizde, söylenecek şeyiniz varsa bunu müsait anı defterlerlerine yazmak âdettir. Başbakan'ın yaptığı gibi uluorta pano kiralayarak milliyetçilik taslamak ise mahremin açığa vurulması anlamına gelir ki Orta Asya âdetlerine göre caiz sayılamaz. Bu karşı muhakemenin Baykal'ı da etkileyeceğini ve Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını desteklemekten vazgeçeceğini tahmin etmek zor değildi. Nitekim biz de gazetede bu konuyu artık kültür sayfamızdan çıkarmaya karar vermiştik ki hiç beklenmedik bir telefon aldık...

Amerikan filmlerinden deneyimli olduğum için tümünü banda almayı başardığım söz konusu telefon muhaveresini Genelkurmay arşiv kayıtlarına geçmesi amacıyla kamuoyu ile paylaşıyorum. Açıktır ki muhatabımızın söylediklerinden, söylemek istediklerinden ve bizzat düşündüklerinden gazetemiz sorumlu değildir.

- Alo, buyrun...
- Ben Deniz Baykal
- Merhaba Deniz Bey, sizi yeniden duymak ne güzel...
- Adımın Deniz olduğunu söylemedim, bendeniz Baykal dedim.
- Deniz Bey'in akrabası olabilir misiniz? Duyduğumuza göre Türkiye'de bazı akrabaları bile varmış.

- Eser miktarda olabilir; ama bunun konumuzla ilgisi yok. Ben sizi şu cumhurbaşkanlığı meselesi ile ilgili olarak arıyorum. Bakın açıkça bir kez daha söylüyorum: Bizim bakışımız açık ve nettir. Erdoğan cumhurbaşkanı olmalıdır ve el hak olacaktır.

- Ama Sayın Baykal, bildiğiniz gibi cumhurbaşkanı aynı zamanda başkomutan demek. Askerle hiçbir konuda anlaşamayan böyle biri nasıl olur da...

- Kardeşim biz tam da bunu söylüyoruz! Başkomutan ne demek? Ordunun başı değil mi? Peki orduda en önemli haslet disiplin değil mi? Yani alt kademenin daima üst kademeye uyma zorunluluğu esas olup, milletimizi ayakta tutan özelliğimizin de bu olduğunu bilmiyor muyuz?

- Cumhurbaşkanının albay rütbesinden başlaması gerektiğini mi ima ediyorsunuz?

- Bakın demokrasiyi içselleştirmek ne kadar zor. Siz bile olayı kavramakta zorlanıyorsunuz. Oysa mesele basit: Askerî hiyerarşi, eğer kademeler arasında fikir ayrılığı varsa alt kademenin fikir değiştirmesini gerektirir. Dolayısıyla cumhurbaşkanı başkomutan olduğunda bütün ordu fikir değiştirmek zorunda kalacaktır. Bundan daha hızlı bir güvenlik reformu hayal etmek mümkün müdür? Kısacası Erdoğan cumhurbaşkanlığı için en doğru adamdır, çünkü fikirleri askere en ters olan siyasetçi de odur. Mesele bu kadar basit!

- Bir de şu bayraklı afişler meselesi var... Bayram değil seyran değil bunlar niçin asıldı deniyor, Güneydoğu'da niye yok deniyor...

- Bakın bir yanlış anlama olmasın! Biz bayramda bayrak asılmaz demedik, seyran yerlerinde olmasın dedik, çünkü mangal yakıldığı için zarar verebilir diye. Ayrıca Güneydoğu'da olmaması çok iyi olmuş çünkü en çok mangal orada yapılıyor.

- Yani siz tamamen bayrağı tutuşmaktan korumak için...
- Tabii efendim başka ne olabilir.
- Sayın Baykal son bir sorumuz var: Ulus devletin modası geçti diyorlar.

- Ah siz gazeteciler! Hemencecik magazin konulara giriverirsiniz. Bakın tarih zihinsel modaların birbirini takip etmesiyle oluşur. Bugün giden modalar, yarın yeniden gelir... Onun için böyle gelip geçici şeylerle uğraşmayın, cumhurbaşkanlığı üzerine yoğunlaşın derim ben.

- Sağolun efendim, tavsiyenizi tutacağız.
 
Kaynak: Zaman Pazar