"Mahalle baskısı" sözü medyada dönüp dolaşır ve sonunda başörtüsü yasağını sürdürmenin aracı haline dönüşürken, şöyle bir düşündüm.

Bu söylem gerçekte bugüne kadar uygulanan hangi korkunç baskıları kamufle etmiş oluyor?

Sonra kendi kendime sıraladım:

Öğrencilerin üzerindeki, üniversite yönetimlerinin baskısını öncelikle.. Ne yaşadı kaç yıl binlerce kız öğrenci... Sınıfta aşağılanmalar, başörtüsünü çıkarmaya zorlanmalar, kapıda polis zoru... İkna odaları... Son sınıftan kovulmalar... Güney Afrika'dakine benzer korkunç bir ayrımcılık... Korkunç bir başörtülü öğrenci kıyımı... Bugün üniversitelerde, bir tane bile başörtülü öğrenci kalmamışsa, bu, geçen 10 yılda yaşanan o korkunç arındırmanın eseridir. Bu arındırmadan hiç bahsetmeyip, mahalle baskısı öcüleri oluşturmak, ancak yine korkunç bir sahteciliğin göstergesi olur.

Sonra ana – baba baskısı girdi devreye... Fakir fukara ailelerin çocuklarıydılar ve anne – baba, çocuklarının okuyup meslek sahibi olmalarını istiyordu. Bu zamanla baskıya dönüştü: Kızım başını aç ve oku... Seni buralara getirmek için ne fedakarlıklara katlandık, okulunu bitir, bir işe gir, para kazan... Devletle uğraşılmaz. Kanunlara saygılı olmak lazım. Biz fakir bir aileyiz, sen para kazanmazsan halimiz nice olur... İnanç, baskı, ana – baba arasında paramparça duygulara sürüklendi gencecik kızlar.

Bu süreçte baba evine alınmayan kızlar oldu.

Ardından kocaların baskısı geldi. Kocalar vardı, kimi kamu görevlerinde.. Onlara baskı yapılıyordu. Eşleri başörtülüydü ve orada eşi başörtülü olanların yaşama imkanı yoktu. Koca çaresizdi, ya eşinin başörtüsü ya mesleği... Eşine başını açtıranlar oldu, açtıramayanlar oldu... Başını açanlar bir dram yaşadılar. Açmayanlar bir başka dram.

Şayet eş, başörtüsünü açmayı kabul etmemiş, koca da mesleğinde kalmakta ısrar etmişse, yol, boşanma davalarına çıkıyordu. Çoluklu çocuklu aileler ayrılmak zorunda kaldı.

Kamu görevinde bulunan başörtülüler vardı bir zamanlar... Öğretmenler, doktorlar, hemşireler... İş yerlerinde hiçbir sorun yoktu. Ne başı açık bayanlarla, ne idarecilerle... Hizmet en iyi biçimde veriliyordu. Yasak başlayınca, idareciler, kendilerine yönelen baskıyı çalıştırdıkları elemanlara aktardılar... Başörtülüye hayat yoktu artık. İş yerinde disiplini bozmakla suçlandılar... Ucu atılmaya kadar vardı. Bir koca baskısı da burada devreye girdi. Eş, çalışarak eve para getiriyor, evin geçimine katkıda bulunuyordu. İşten atılınca bu para gelmeyecekti. Öyleyse başını açsa idi... devlet baskısına paralel bir koca baskısı idi bu... Körolası geçim derdi sebebiyle...

Bir gün Meclis baskısına tanık oldu Türkiye... Başörtülü bir kadın milletin oylarıyla seçilmiş ve Meclis'e girmişti. Açılış günü kıyamet koptu Meclis'te... Halk oyunu falan kimse dinlemedi. "Dışarı dışarı" çığlıkları, bir yamyam temposuna dönüşmüştü. Bir parti lideri "Bu kadına haddini bildirin" diye bağırıyordu çın çın. Tarihin kaydettiği en amansız adam yeme operasyonu idi...

Ya işyerlerinin halen süren baskısına ne demeli?

Bugün, anlı şanlı iş adamlarının iş yerlerinde başörtülü bir tek insan çalıştırılmıyor. Devlet tarafından yürütülen yasak, özel dünyanın da kriteri olmuş bulunuyor. Bunlar, iş yerlerini sözüm ona "laik" düzende işletenler.

Ama başörtülüler için bir başka baskı, söylemeye dilim varmıyor ama söylemek lazım, sözüm ona muhafazakar geçinen iş dünyasında oldu. Başörtülüysen düşük ücrete razı olacaksın. Başörtülüysen ortada görünmemeye, imajı etkilememeye razı olacaksın. Başörtülüysen, ücret için pazarlık yapmamaya razı olacaksın. Başörtülüysen, yaptığın işi iş gibi göstermemeye, sana verilen işi lütuf gibi algılamaya razı olacaksın... Başını açarsan daha çok itibar göreceğini düşünmeye razı olacaksın. Bu ortamlarda yaşanan başka baskıları söylemek ise bana hicap veriyor.

Medyanın başörtülüler üzerindeki baskısı, çok özel bir baskı... Bütün baskıların anası orada. Linçleri o gerçekleştirdi hep. Andıçların baş aktörü o oldu. İhbarcılığı o yaptı, baskıların meşruiyyetini o sağladı. Hınk deyici rolü her zaman medyanın oldu.

Türkiye, Başbakanın ya da Cumhurbaşkanının eşine "Bu gerilimin bitmesi için başını aç, ya da başörtünün bağlanma biçimini değiştir" çağrılarının yapıldığı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı eşinin hayat alanının daraltıldığı bir ülke, dersem, sade insanlar için nasıl bir baskı ortamı yaşandığını daha iyi anlatmış olurum.

Türkiye'de başörtülü kapıcı ya da hasta bakıcı olmak serbest, doktor olmak yasak dersem nasıl bir zihniyetin Türkiye'de baskı ortamı oluşturduğunu anlatabilirim.

Yüzde 47 oyla gelen bir iktidar bile, halkın yüzde 70'inin hayatında var olan bir giyim tarzına uygulanan yasağı kaldıramıyor dersem, yaşanan baskı ortamını anlatmış olurum.

Üstelik bu ülke halkının yüzde 75'inin karşı olduğu bir yasak kaldırılamıyorsa, oradaki halkı aşan baskıyı, oradaki demokrasinin nasıl bir komediye dönüştüğünü varın siz düşünün.

Olay ne biliyor musunuz?

Sizi sürekli döven adamların elinden sopayı almak istiyorsunuz, "Bana baskı yapıyorsun" diye feveran ediyorlar.

Bu, ülkemizin yaşadığı en anlatılmaz çarpıklık. Başörtüsü bir sembolse şayet, bu ancak Türkiye'de insan haklarının nasıl çiğnendiğinin, bir kesimin buna nasıl duyarsız kaldığının, üstelik hem suçlu hem güçlü rolü oynayabildiğinin sembolü olabilir. Dünkü eli kırbaçlıların bugün korku söylemleri üretmeleri ise yaşanabilecek en gülünç garabettir.

Bence halkın sorumluluk verdiği kadroların Türkiye'yi baskılardan ve korkulardan kurtulmuş bir ülke haline getirmek için daha cesur adımlar atmaları gerekiyor. Dün korkunç baskılara maruz kalanların tek tesellisi bir gün böyle bir Türkiye'ye kavuşma hayali olmuştur.