Sayın Başbakan, geçen hafta sonu partinizin ilçe kongrelerinde yaptığınız konuşmaları izledim. Bu konuşmaların bende uyandırdığı düşünceleri sizinle paylaşmak istiyorum. Umarım, danışmanlarınız yazımı dikkatinize getirecektir.
Öncelikle, haklı olduğunuz noktaların altını çizmek isterim. Aydın Doğan medyasının size karşı "adil ve dengeli" bir yayın yaptığını kimse söyleyemez. Hakkınızda ileri sürülen iddialar ile ilgili olarak görüşünüzün alınmadığı, cevap hakkınıza saygı gösterilmediği, böylelikle medya ahlakı ve ilkelerinin çiğnendiğinden yakınmakta haklısınız.

Doğan Grubu'nun uzunca bir süredir size ve partinize karşı (istisnalara rağmen büyük ölçüde ortak) bir kampanya yürüttüğü de ortadadır. Bu kampanyanın kısmen ideolojik nedenlerden, ama daha büyük ölçüde ticari nedenlerden kaynaklandığına dair kuşkular kamuoyunda yaygındır. Çünkü, kamuoyunda hakim kanaat, Aydın Doğan'ın (kendi tanımıyla) "medya tacirleri"nin ağababası olduğu. (Aydın Doğan "medya tacirleri"ni şöyle tanımlıyor: Ellerindeki gazeteleri ve televizyonları, radyoları ticari çıkarları için gerekli gördüklerinde silah olarak kullananlar.)

Sizinle hemfikir olmadığım noktaların başlıcaları ise şunlar. Evet, Almanya'daki Deniz Feneri'nin topladığı paraların size şahsen verildiğine ya da hükümetinizin davada tutuklu şahısların serbest bırakılması için Alman savcılarına siyasi baskı yaptığına dair haber ve yorumlar gerçek dışı. Birinci iddia hakkında herhangi bir kanıt yok, ikinci iddia da bizzat Alman savcılar tarafından yalanlandı. Ne var ki Deniz Feneri yolsuzluğu, çok çok vahim bir olay. Kamuoyu sizden öncelikle bu rezaletin Türkiye'deki sorumlularının da ortaya çıkarılması için gecikmeden çağrıda bulunmanızı beklerdi.

İkincisi, ne yazık ki, kamuoyunda sizin "yandaş medya" yaratma çabası içinde olduğunuz izlenimi de çok yaygın. Son zamanlarda kimi gazetelerin ve televizyon kanallarının sahip değiştirmesi olaylarından sonra bu kuşku güçlendi. Bu bağlamda en dikkat çeken olay, tabii ki, Sabah-ATV ihalesi oldu. Yürürlükteki hukuk kuralları açısından, ne ihalede tek bir alıcının bulunması, ne de alıcı Çalık Grubu'nun en tepe yöneticilerinden birinin sizin henüz 26 yaşındaki damadınız olması satışa engel değildi. Ama burada, son konuşmalarınızda çok isabetle vurguladığınız türden, bir "çıkar çatışması" mevcut. Şöyle ki, kamuoyunda Çalık Grubu'nun Sabah-ATV'de iktidar yanlısı bir yayın politikası izleme karşılığında elde edeceği hükümet desteğiyle işlerini büyütmek amacını güttüğü şüphesi uyandı.

Hasan Cemal geçen yıl bir yazı yazmış ve "Medya adam olmadan demokrasi de adam olmaz" demiş (Milliyet, 6-8 Aralık 2007), ben de hak vermiştim (Zaman, 13 Aralık 2007). Medyanın "adam olması" için yapılması gereken çok şey var... Bunun için elbette ki medya patronlarının gazetecilik ile iş adamlığının birbiriyle bağdaşmaz işler olduğunu kabul etmeleri, gazetecilerin işlerine burunlarını sokmamayı öğrenmeleri gerekiyor. Bunun için elbette ki gazetecilerin örgütlenebilmeleri, dayanışma içinde olabilmeleri, siyasilerden ve patronlardan bağımsızlıklarını koruyabilmeleri, mesleklerinin ahlak ve ilkelerine sahip çıkmaları gerekiyor.

Ama bu konuda parlamentoya, öncelikle hükümetlere büyük sorumluluk düşüyor. Eğer AKP hükümeti olarak, Türkiye'de medyanın meslek ahlak ve ilkelerine uygun olarak çalışmasını, medyada "hem işadamı, hem yayıncı" patronlar ve yöneticiler olmaması gerektiğinde samimi iseniz, gecikmeden almanız gereken asgari önlemler şunlar: RTÜK Kanunu'nda sizden önceki hükümetin yaptığı değişikliği geri çevirin ve medya patronlarının (başka kimseleri paravana kullanarak da olsa) kamu ihalelerine girmelerini kesinlikle önleyin. Medyada mülkiyet temerküzünün önlenmesi için birçok demokratik ülkede mevcut, radyo-televizyon sahiplerinin aynı zamanda gazete sahibi olamayacakları kuralını getirin. TRT'yi BBC ölçüleriyle özerk kılın ki, kamu yayıncılığı meslek ahlak ve ilkelerini uygulamada bütün medyaya örnek olsun.

 
Kaynak: zaman