Avrupa’nın ortak para birimini savunmak için ortaya koyduğu 750 milyar avroluk plan büyük sevinçle karşılanmış olabilir, fakat çaresizlikten doğduğu da ortada. Avro bölgesi liderleri bir araya geldiklerinde, acı bir gerçekle karşılaştı: Güney Avrupa ülkelerinin devlet tahvili piyasalarındaki korku bankacılık sistemine yayılıyor ve
küresel kredi piyasalarını da etkilemeye başlıyordu. Bu plan sadece Yunanistan’ın krizinin Portekiz ve İspanya’ya yayılma-sını önlemekle ilgili değildi. Dünya ekonomisini son iki yıldır kaçmak için mücadele ettiği bataklığa gerisin geriye sürükleyebilecek, büyüyen bir finans paniğini durdurmayı da hedefliyordu.
Yani Avrupa liderleri cesur ve hızlı şekilde harekete geçerek doğrusunu yaptı. İlk kez kimse onları pısırıklıkla suçlaya-maz. Müthiş bir kararla 60 milyar avroluk AB destekli tahvili, avro bölgesi ülkeleri tarafından garanti edilen 440 milyar avroluk tahvili ve 250 milyar avroya ulaşma potansiyeli olan IMF parasını taahhüt ettiler. Mali ortodoksinin belkemiği olan Avrupa Merkez Bankası (ECB) adeta dinden döndü ve avro bölgesinin en sorunlu ekonomileri için borçlanma maliyetlerini düşürmek üzere devlet tahvillerini satın almaya hazır.

‘ECB tedbiri’ geçici
Kısa vadede bu muazzam mali ateş gücü gösterisi işe yaradı. Tahvil piyasaları sakinleşti; çığ misali bir iflas silsilesinden duyulan endişeler ortadan kalktı. Şeytana uyup zafer ilan etmek ve devam etmek isteyenler var. Fakat işin daha yarısı bile tamamlanmadı. Bu plan zaman kazandırıyor, fakat avro bölgesini fecaate sürükleyen mali ve yapısal kusurları onarmıyor. Daha kötüsü, bünyesinde Avrupa’nın acilen üstesinden gelmesi gereken riskler barındırıyor.
Başlangıç noktası, planın ayrıntıdan yoksun olduğunu kabul etmek. Borç garantisinin nasıl işleyeceği veya IMF’nin bu parayı nasıl çıkaracağından tam olarak kimse emin değil. Bu önemli, çünkü bu belli olana dek EBC geçici tedbir olarak serbest piyasada devlet tahvillerini almaya başladı. ECB bunun istisna sayılması gerektiği, düzgün işlemeyen piyasalara karşı kısa vadeli bir karşılık olduğu ve kendisinin siyasetçilerin göz dağından her zamankinden fazla bağımsız davrandığı konusunda ısrarlı. ECB’nin savurgan hükümetlere hayat öpücüğü mahiyetinde uzun süre nakit vermeyi kesmesi halinde, zaten yıpranmış olan bu izlenimi sürdürmek imkânsız olacaktır.
Daha da önemli bir mesele, bu süreçte görülecek manevi zarar. Zayıf avro bölgesi ekonomilerine tahvil piyasalarından sığınma vermenin, bütçe açıklarını azaltmak konusunda üzerlerindeki baskıyı
hafifletmekle neticeleneceği konusunda öfkeli bir şüphe duymanız için Alman vergi mükellefi olmanız gerekmiyor. Ağır baskı altındaki avro bölgesi hükümetleri artık şunu biliyor: İşler daha da kötüye giderse, kaçacakları bir yer var. Kısa vadede bu, alınması gereken zorlu kararlardan kaytarmaya davetiye çıkarmak demek. Uzun vadedeyse avro bölgesinin çöküşünün reçetesi. Ortak sigortadan yana tercih kullanan Avrupa’nın yardım fonlarının istismar edilmesini önlemeyecek ortak bir disiplini de oluşturması lazım artık.
Planın içinde bazı güvenceler bulunacaktır. Portekiz ve İspanya bu hafta ilave kemer sıkma önlemleri açıklamaya ikna edildi. Yeni istikrara kavuşturma fonlarından borç alan bütün ülkeler, IMF’yle bir yeniden düzenleme programını kabul etmek zorunda, tıpkı Atina’nın kabul ettiği gibi. Tedbirsiz ekonomiler kurtarma
fonundan nakit almak isterse, disiplin dayatmakta uzmanlaşmış bir kurumun söylediklerini yapmaya mecbur olacaklar.
Fakat bunun yeterli olmayacağına kuşku yok. Avro bölgesi hükümetleri, savurganlık akut hale gelmeden çok önce çekidüzen dayatmanın yollarını bulmak zorunda. En büyük iş de bu - zira avronun tarihi bu yönde başarısız kalan teşebbüslerle dolu. Ortak para biriminin mimarları bir ‘istikrar ve büyüme anlaşması’na eşlik eden ‘kurtarma yok’ ifadesine inanıyordu. Gelinen noktada bu kurallar başarısız oldu. Yaramazlık yapanlara yönelik yaptırımlar muteber değildi: Bütçe açığının yıkıp geçtiği bir ülkeyi büyük para cezalarıyla tehdit etmek, bir uçurumun eşiğinde ayak uçlarında duran birine dayak atmaya benziyor. Ve çok sayıda ülkenin, ki buna avro bölgesinin en büyük üyeleri de dahil, kuralları ferah feza çiğnemesine göz yumuldu. Daha kötüsü, ‘kurtarma yok’ ifadesine kimse gerçekten inanmadı; finans piyasalarının savurgan ülkeleri tutumlu olanlardan bunca uzun zaman ayıramamasınını nedeni de bu.
Bunun yerine ne yapılabilir? Avrupa Komisyonu bu hafta bazı fikirler öne sürdü; bunlar arasında ulusal bütçelerin daha müdahaleci ve erken şekilde ortak denetiminden, savurganlığın AB fonlarının geri çekilmesiyle cezalandırılacağı bir inisiyatif sistemine kadar pek çok husus var. Bu fikirler iyi bir başlangıca işaret ediyor, fakat eski uygulamaları ve pek çok ortak kusuru da barındırıyor. Avro bölgesi siyasi araçlar üzerine de düşünmeli - sözgelimi savurgan ülkeler avroyla ilgili kararlarda oy hakkından mahrum bırakılabilir. Ve başarısızlıkla başa çıkmak konusunda mekanizmalara, sözgelimi ulusal borcun yeniden yapılandırılması konusunda
derli toplu bir sisteme ihtiyaç var.

İsyan ihtimali yüksek
En zoru da, savurganlığı dizginlemek için gereken siyasi iradeyi sergilemek olacak. Bu mücadele, şu an Avrupa’nın siyasi dokusunda yer alan ihtilafa nüfuz edecektir. Alman seçmenler, paralarını hovarda yabancıları kurtarmak için harcayan liderleri cezalandıracaklarını daha yeni gösterdi. Bu nedenle Almanya ülkelerin para almadan önce ciddi bütçe kesintilerini hazmetmesini talep ediyor - aşırı uçlarda ele alındığında, Avrupa’yı deflasyona ve durgunluğa mahkum edebilecek bir talep bu. Diğer taraftan Yunanistan’daki şiddet olayları, demokratik hükümetlerin insanlar ayaklanmadan önce ne kadar zorluk dayatabileceğinin de hatırlatıcısı. Açıkların azalması ve ekonomilerin modernleşmesi gerektiğini kabul etseniz bile, büyümenin mi toplumsal isyanın mı önce geleceğinden kimse emin olamaz.
Bariz görünen tek şey şu: Bütün bunlar ülke siyasetlerine daha fazla müdahalenin yolunu açacak. Fakat bunun biçimi tam olarak ne? Fransızlar, vergilendirme ve para politikası üzerinde geniş yetkileri olan ortak bir ekonomi yönetimi için mücadele ediyor. Almanlar, savurganları cezalandıracak kurallara dayanan farklı türde bir merkezileşme istiyor. Fakat bu yöndeki talep bizzat Almanya’da bile küçük. Zayıf güney ekonomilerinin nasıl kendilerini emek ve emtia piyasalarından kurtarıp rekabet gücünü artırması gerekiyorsa, Almanya gibi fazla veren ülkeler de kendi içlerinde harcamayı teşvik etmeli. Avrupa’nın nasıl idare edileceğine dair çirkin bir siyasi savaşın sahnesi hazır. (Başyazı, 13 Mayıs 2010)

 

Kaynak: Radikal