21 Aralık Cuma günü, ortak bir konuda otuzuncu zirveleri için bir araya gelecek olan Avrupa Birliği (AB) ve Rusya’nın ortak bir özelliği var. Her iki bölge de kimlik krizinde. Kriz nedeniyle bitkin düşen AB, krizin bıktırıp usandırdığı halklarının hoşnutsuzluğu ile gözüpek bir mali ve siyasi entegrasyon ihtiyacı arasında ikiliğe düşmüş durumda. Durgunluk içindeki Rusya’ya gelince, ne yöne gideceğini bilemediği için katılaşıyor. Kendi yolunu bulmuş gibi davranıyor ve tüm müdahaleleri reddediyor. Oysa liderleri tarafından övünç konusu yapılan istikrar formülünün tam anlamıyla içi boşaltılmış durumda.
Avrupa Birliği ile Rusya arasında yakınlaşmaya taraftar olanlar, ortak çıkarlara, enerji konusunda işbirliğine, çapraz yatırımlara ve kültürel yakınlaşmaya vurgu yapıyorlar. Fakat değerler konusunda iki topluluk arasında büyüyen uçurumu görmezden geliyorlar. Rusya’nın, AB’ye yönelttiği soru şu: Esaslarımızı savunmaktan vaçgeçtiğimiz takdirde hangi Avrupa entegrasyonu söz konusu olabilir?
Öte yandan, Mart ayında Vladimir Putin’in Kremlin’e dönüşüyle, Rusya’nın siyasi liberalizasyonu anlamına gelecek olan “perestroyka 2.0” beklentisi içinde olan Avrupalıların ve Amerikalıların umutları boşa çıktı. Geçtiğimiz altı ay boyunca, baskıcı düzenlemeler ve tutuklamalar gittikçe arttı. Sonuç olarak, Batı ile Moskova arasındaki ilişkiler, muhalif Rus yetkililere yönelik şahsi yaptırımlar (mal varlıklarına tedbir konması ve vize engeli) dolayısıyla insan hakları meselesi eski haline geri dönüyor.
Bir yıl kadar önce Rus hükümeti, parlamento seçimlerinde hile yapıldığı gerekçesiyle büyük şehirlerde kınama gösterileri düzenleyen olağandışı bir yurttaş hareketi ortaya çıktığında şaşkınlık geçirdi. Siyasi elitlerin 2003’te Gürcistan’da, 2004’te Ukrayna’da gerçekleşenlere benzer nitelikte bir “renkli devrim” fikrine ilişkin paranoyası, nihayet olaylar tarafından doğrulanmıştı. Kısa bir bocalamadan sonra, iktidarın buna karşı tepkisi belli bir biçim aldı. 2012 Mart’ındaki başkanlık seçimlerine kadar sokağa çıkan muhalefete tölerans gösterilecek, bu tarihten itibaren sivil reaksiyona bir son verilecekti.
Rusya, Batı değil ve artık olmak da istemiyor. Avrupa ve ABD’deki ekonomik kriz, onu başka referanslar aramaya ikna etti. Ancak Rusya, olumlu anlamda kendi rotasını tayin ebilmekten uzak. Rejim, dünyayı istikrarsız ve tehlikeli olarak algılıyor. Misyonuysa komploları ortadan kaldımak ve türbülansları azaltmak olacaktır!
Vladimir Putin, Kremlin’e dönüşünden bu yana bitkin düşmüş gibi görünüyor. İktidardaki on ikinci yılında, devasa bir bürokrasi oluşturdu. Büyüme yavaşladı. Rejim, gelirleri sistemik yozlaşmayı besleyen ve eliti zenginleştiren doğalgaz ve petrole bağımlılığından memnun görünüyor. Adaletsiz rekabet koşullarını sürdürebilmek için bunu teşvik ediyor. Putin’in övünç duyduğu istikrar, üzücü bir regresyondur. Rusya bir diktatörlük değil, gözetleme kuleli bir hapishane, knizm üreten bir bataklık. Ya sürgünle çıkarsınız, ya saplanır kalırsınız.
Kaynak: Le Monde - Başyazı - 20.12.2012 Çeviri: Muhsin Korkut