ramazan geliyor...

   ramazan, merhamete râm olma ayı değilse, bırakın, geçip gitsin...

   yani, bol bol yeyin, için.. ve devamını icra edin, geçip gitsin...

   niye geçip gitsin?

   sen başkasını  merhamet ile düşünmezsen, bil ki, ramazan da sana kendini hatırlatmaz, yeme-içme körlüğü içindeki sana ramazan uğramadan, geçip gider.

   dünyanın bütün insanları ve cinleri ve börtü böceği gelse, beni şuna inandıramaz: başkasını merhamet ile düşünebilen, -hiç olmazsa- ramazanda, mükellef bir sofranın başına geçip oturabilsin...

   din hayâ ise, buna hayâsı, yani dini engeldir. yani: eğer oturabiliyorsa, onun dininin hayâ ile bir alâkası yokdur... (bütün peygamberlerin anlattığı dinde, haya aynıdır, ayn-ı hayadır.)

   –onun dinine, hayasızın dinine ramazan nasıl girmiş?

   bu, araştırılacak bir konu değil. yanlış bir soru. onun ramazan dediğinin ramazan olduğu nereden belli?

   nüfus cüzdanında adı 'sadık' diye kayıtlı birçok sahtekâr dolaşmıyor mu aramızda?!

   sahte marka basılmış taklid mallara ne diyeceğiz!

   (mal alınıp, kâğıt parçası verilmesine...)

   v.s. v.s...

   bunun gibi, mükellef sofralara kurulanların ramazanı her ne kadar ramazan adını taşıyorsa da, açlık ayını tokluk körlüğü/merhamatsizliği ile geçirmelerinden belli olmuyor mu, onlara gelenin ramazan olmadığı!..

   yani, ramazanda çok yemek hayasızlığı, ramazan arslanının seni paralamasından başka bir şey değil de, sen, onun kartondan resminin üzerine binmiş, çocuklar gibi şen-şakrak görürsün kendini.

   oysa, ramazan arslanı, ancak açlık ve merhamet bedelini ödeyenleri bindirir sırtına ve yükseltir arş-ı alâya...

   ramazan, merhametsizlere/hayasızlara, kahharın pençesi olarak, dopdolu bir mide olarak iner...

   sen, açlıkdan değil, ondan zevk alırsın, açlıkdan bağırmağa alışmış bağırsak böceği gibi.

   –açlıkdan zevk almak mı?!

   sen ne anlarsın bundan...

   sen, ıtriyatçının  önünden geçerken bayılan adam gibi, açlıkdan, düşüp bayılırsın.

   ve, o adamı, köpek pisliği ile ayıltırlar. eee, alışkanlık meselesi...

   yemeğe alışmışsın, yedirmeğe değil.

   ye ki, seni de toprak yesin.

   toprağın da midesi var elbet.

   hem nasıl bir mide...

   baksana, binlerce senedir o kadar insan, kral köle demeden yedi, yedi, yedi.. hâlâ doymadı...

   seni bekliyor.

   seni de yemeyi bekliyor...

   sen bol bol yeyip semir ki, toprağın dişinin kovuğunu belki doldurabilirsin...

   /

   merhamete râm olmak, sadece ramazana mahsus değil. bunu, hayatımızın her ânına yayamazsak, o hayatdan yumuşaklık ve sevgi bekleyemeyiz. çünki, "merhamet etmeyene merhamet edilmez." ve, sen bir merhamet etsen, sana on, yüz, bin.. kat merhamet edilir.

   amma, bu kadar kârlı ticaret, pek kolay değil. pek mâhir olmalısınız bu alışverişde: sabır taşı olmalısınız.

   eee, bu kadar yüksek kâr, müsaade edin de, ona göre maharet gerektirsin...

   merhamet deyince, elbet bütün mahlukat; ama, öncelik sırasını masum çocuklar ve âciz yaşlılar alır.

   ikisine de sabretmeyi bilip merhamet gösterebilmek, kolay değil. ama, şöyle kolay olabilir: aklını, allah'ın sabrını müşahede edebilecek ve merhametini zevkân tadabilecek şekilde kullanırsın. işin kolaylaşır –ve bu yüksek kârı elde edebilirsin...
 


   MERHAMET PERDESİ


   çocuk, merhametli şefkatli ebeveynine kızgınlık gösterip isyan ve serkeşlik eder; hatta, büyüklerinin üstüne, eline geçirdiği cisimlerden fırlatır... nedendir bu? ana-babasının kendi küçücüklüğünün hakkından geleceğini bilmez mi?

   bilmez.

   çünki, bu bilginin/bilmenin çıplaklığına, ebeveynin şefkat ve merhameti örtü, yani perde olur. ve, çocuğun taşkınlığı, işte bu perde dolayısıyledir.

   tabii bu, şefkatli ve merhametli ebeveyn için geçerlidir. şefkat ve merhametden (insanlıkdan) nasibini almamış ebeveynler için, bu perde sözkonusu değildir (ama, perde çocuk/aklı için sözkonusudur ve bu talihsiz yavrular pek feci dayak yer).

   kimi ebeveyn gaddar ve tokatçı/vahşi olur. taş gibi. hayvan gibi (hayvanat seviyesinde) bile değil, taş gibi... bunlar ebeveynliği haketmemiş, ana ve baba denmeğe lâyık olmayan, hayvandan aşağı yaratıklardır. hayvanlarda dahi, yavrusuna karşı bu şefkat ve merhamet perdesini görürüz. baksanız a, küçücük yavruları/enikleri koskoca (ve tabiaten vahşi) ana arslanın, gorilin, yırtıcı kurdun tepesine çıkar. başkasının (diğer büyüklerin) bu vahşi ve büyük arslan, goril ve kurdun tepesine çıkıp tepinmesi mümkin mi? velev ki öldüre...

   işte böyle de, merhametli ebeveyn, allah'ın (celle celalihü) ahlakı ile ahlaklanmışdır. baksanız a, sonsuz güç ve kudret ve kahır sahibi allah (celle şânuhü), biz âcizlerin nice (cahilâne) taşkınlığına ses çıkarmıyor! çünki, şefkatlinin en şefkatlisi, merhametlinin en merhametlisidir; ki, rahmeti ve acıması gazabını, kızgınlığını, kahrediciliğini geçmişdir; ki, rahatca gaflete düşüb, merhamet ve şefkat perdesinin (kahredicilik gerçeğini gözümüzden örtmesi) cehaletiyle, bunu tepe tepe kullanıb, serkeşlik, taşkınlık ve haram–helal tanımamazlık ediyoruz...

   sadece helal haramı mı tanımamazlık ediyoruz?

   kendisini tanımayanlara tokat atmayan allah'ın küçücük, masum halifelerine, bize emanet ve hediye etdiği yavrulara, nasıl tokat atıyoruz?!

   ve buna karşılık, asıl sahibi allah da bize tokat atarsa.. diye düşünmüyor, korkmuyoruz...

   insan pek cahil, pek serkeş ve pek cesurdur...

   pek melek ve pek iblisizdir, vesselam.

   [17.08.2009]