Birkaç ay önce Tahran'da, Sadabad sarayında adına açılmış müzede Ferşçiyan'ın eserlerini incelerken şu düşünceleri kaydetmiştim not defterime: Üslubunu seversiniz, sevmezsiniz; minyatür sanatını modern resimle buluşturma yönünde yaşayan en büyük usta Ferşçiyan. Minyatür üzerine konuşulan her yerde ismi anılan bir sanatçı. İstanbul'da girdiğim ortamlarda da İranlı ressamlardan ya da minyatür ustalarından söz açıldığında Türkiyeli arkadaşlarım öncelikle Ferşçiyan'ın ismini telaffuz ediyorlar.
Üslubu üzerine türlü yorumlar yaparak onu bazen el-Greco'ya, bazen de sanatta romantizmin dekadansa doğru evrildiği sürecin sanatçılarına benzetebilirsiniz. Ferşçiyan, bir üslup edinmek için seksen iki yıllık ömrünün neredeyse tamamını resme, minyatüre adamış bir sanatçı. Ondan söz ederken "arif sanatçı" demek mümkün. Aşura akşamının yere göğe işleyen kederini hiçbir ressam onun gibi yansıtamadı.
Mahmud Ferşçiyan 1929'da İsfahan'da doğar. Oğlunun resim yeteneğini farkeden ve mesleği halıcılık olan babası, onu Hacı Mirza Ağa İmami'nin resim atelyesine götürür. Yetenekli çocuk Üstad İmami'den, ardından da Üstad Behadari'den resim dersleri aldıktan sonra eğitimini İsfahan Güzel Sanatlar Akademisi'nde sürdürür ve ilk gençlik yılları sona ererken güzel sanatlar eğitimini daha da geliştirmek için Avrupa'ya gider. Birkaç yıl Avrupa'nın önemli müzelerinde, büyük ressamların eserleri üzerinde çalışır. Kendi anlatımına göre, o gittiği her müzede, elinde kalem ve defterle içeri giren ilk kişi ve nihayet, dışarıya da çıkan sonuncu kişi olur hep.
Ülkesine döndükten sonra Tahran Güzel Sanatlar Dairesi'nde çalışmaya başlar, ardından yönetim kuruluna seçildiği Tahran Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde dersler vermeye başlar.
Halihazırda kendi kurduğu "Nur ve İlim" kurumu nedeniyle bir ayağı Amerika'da, New Jersey eyaletinde Ferşçiyan'ın. Zaman zaman bir süreliğine kalmak üzere İran'ı ziyaret ediyor. (Nur ve İlim'in binası, sanatçının gerekli harcamayı kişisel olarak üstlenerek restore ettirdiği eski bir kilise. Binanın alt katında mescid, ikinci katında ise bir konferans salonu var. "Nur ve İlim siyasete mesafe koymak zorunda olan dini bir kurum, aksi takdirde çalışmalarını sürdüremezdi" diyor Ferşçiyan, bu konuda kendisine yöneltilen sorulara.)
İran'ın en önemli ziyaretgâhlarının yeniden tezyininde üstlendiği sorumluluklar nedeniyle hayatı iki ülke arasında geçiyor, sanatçının. Önceki yıl, son yüz elli desenini kapsayan, külliyatının beşinci cildi olan ve iki yüz elli sayfadan oluşan albümü, Tahran'da faaliyet gösteren Goya yayınları tarafından yayınlandı. Bu albümde ele alınan tabloların önemli bir kısmı doğrudan doğruya dini kültürden ilhamını almış görünüyor. "Yaratılışın Beşinci Günü"nde, yerde ve gökte bulunan bütün mahlûkat Yaratıcı'ya övmeye durmuş vaziyette nakşedilmiş. "Kevser", Hazreti Fatıma'ya adanmış akrilik bir tablo: Hayat suyu yanında meleksi kadınlar dua halinde. Zamen-i Ahu (Ahu'nun Kefareti), peygamberimizin torunlarından ve Şiilerin de sekizinci imamı olan İmam Rıza'nın bir ahuyla olan söyleşisini tasvir ediyor. Bu resmin kaynaklandığı, farklı içeriklerle karşımıza çıkan ve içlerinden birinde İmam Rıza'nın yerini Muhammed (a.s.)'ın aldığı rivayet aşağı yukarı şöyle: İmam Rıza, avcıların eline düşen bu ahuya, yeni doğmuş bebeklerine süt vermek üzere yuvasına gitmesi konusunda kefil olur. Ahu bu kefaletle yuvasına gider, yavrularını emzirir ve döner. İmam Rıza'nın kefaletinden ve ahunun da verdiği sözü tutmasından etkilenen avcılar, onu serbest bırakırlar.
Sanatçının efsaneleri konu alan resimlerine bir örnek ise "Şeyh Se'nan'la Rahibe Kız" (1975) isimli siyah-beyaz çalışması. Eteğinde ağlayan, saçlarını yolan müridlerine karşılık Şeyh Se'nan, aşkına karşılık vermeyen rahibeye bütün varlığını teslim etmeye hazır olduğunu bildiriyor, yalvaran bakışlarıyla ve zavallı bir ihtiyar adam görünüşüyle aşk dileniyor. Rahibe ise buyurgan ve mağrur olduğu kadar nazlı bir duruşla onu dinliyor.
Ferşçiyan resimlerinde öne çıkan bir tema, insanın meleksi yanıyla hayvani yanı arasındaki savaş; bazen bu yanlardan meleksiliğin olabildiğince ortaya çıkmasıyla gelen sükunet, iyilik ve güzellik, bazen de ilkel, hayvani yanın baskın çıkmasının getirdiği bir başıbozukluk, zıvanadan çıkma halinin gösterdiği kaos, çatışma, şiddete açık bir saldırganlık hali... Akrilik bir çalışma olan Azar (2006), adeta vahşi doğanın Guernica'sı. "Savunmasız" (1980) ve "Şerarat" (1975), tema itibarıyla "Azar"la bütünleşiyor. Hayvani güdüler hayvan motifleriyle temsil edilirken oluşturdukları kaosta insan çıplaklığını görünmez kılıyorlar. Tezkiye (1989) isimli akrelik çalışmada ise vahşi yaratıkların pençeleri ve kanatlarıyla baskıladığı insanın temizliğini koruma çabası tasvir ediliyor. Vahşi Tabiat (2003); at, aslan, kanatlar, yeleler. Sulu boya ve guvaj bir çalışma olan Ejderha (1950), isyan halinde, başkaldırmış çıldırmış duyguların denetlenemez sahnesi. Gelgelelim, Gülşen-i Firdevs'de (1990) o vahşi, rayından çıkmış, saldırgan, gazap hali içindeki hayvanlar sükunet içinde, yatışmış görünüyorlar. Aslan, keçi, ceylan, tavşan, çiçekler arasında kardeşçe bir uyum ve anlaşma havası sergiliyorlar. Niyayiş (2001) isimli çalışmada ise dua halinde tek vücut olmuş her yaşta insan sonsuzluğa doğru çekiliyor.
Kalplerin ancak Allah'ı anarak huzur bulacağını bu denli başarıyla yansıtan başka bir sanatçı gelmiyor aklıma şimdi. Bu nedenle de İranlılar her zaman çok övündükleri halı (ferş) sanatı yanında bir de "Ferşçiyan"ları olduğunu dile getiriyorlar ya...
Uçlara savrulmaların sebep olduğu çatışma bütün zıvanadan çıkma hallerine karşılık, Kur'an ayetlerinden mülhem –Meşhed'deki İmam Rıza Türbesi'ne hediye ettiği- "Yaratıcı'ya Övgü' ismini verdiği eserinde yansıdığı gibi Ferşçiyan'da barışı, mutmain olma yolunu işaretliyor.
Sinemada benzeri bir akış Rıza Mirkerimi'nin filmlerinde izlenebilir. Düğün yasa çevrilse bile düşmanlık sebebi olmayabilir. (Buna karşılık Asgar Ferhadi filmlerinde hayatın uç hallerinin gel-gitleri kopmalarla, onulmaz yaralarla sonuçlanıyor. Aniden meydana gelen olayla boşalıyor öfkeler ve insanlar birbirlerini tanıyamaz, birbirlerine laf anlatamaz bir ruh haline sürükleniyorlar.)
Dehşet, ürküntü, yerini bulamamışlığın tedirginliği, geleceğe dönük bir kuşku, nefsine uyarak düşkünleşen insanın tabiatı da yoldan çıkartması; bazen bir Delacroix, bir Rossetti; hatta Siyah Kalem zaman zaman bir El-Greco ve Goya ışıltısı, bir Farah Usuli sükûneti... Güzelin içindeki çirkin, şeytanın ardındaki melek ya da tam tersi... Tefekkürün sürüklediği bahçenin sükuneti, ihtirasın sebep olduğu cehennem... Küfrün zifiri karanlığı, dini teslimiyetin zirveleri... Uç duygu ve durumların, nihayet vecd halinin ve teslimiyetin ressamı, Ferşçiyan.