Mısır’da ilginç şeyler oluyor. Milli eğitim bakanlığı muhtelif sınıflarda okutulan İslam kahramanlarıyla alakalı tasarrufa gitti, ilgili bölümleri kaldırma kararı aldı. Bu kahramanlar arasında Kuzey Afrika Fatihi Ukbe Bin Nafi ve Kudüs fatihi Salahaddin Eyyübi de var.
Okul kitaplarında Salahaddin Eyyübi’nin hayatı hoşgörüye numune bir siyasi hayat olarak gösterilmesine karşın yasaklama kararında bu iki tarihi şahsiyetin okul kitaplarında okutulma biçiminin aşırılığı körüklediği ve hoşgörü iklimini kuruttuğu ileri sürülüyor. Bu noktada Mısırlı bazı laik isimlerle birlikte kimi Şii isimler ortak bir dil kullanıyor. Sözgelimi Londra’da yaşayan Yasir Habib Salahaddin Eyyübi’nin İslam düşmanı, savaş suçlusu ve hain olduğunu ileri sürmektedir. Şiiler ihanet ettiğini ileri sürerken bazı laik çevreler ise isminin hoşgörü iklimini kuruttuğunu ileri sürüyorlar.
Mısır’da milli eğitim bakanlığının bu yöndeki Karakuşi kararının mürekkebi kurumadan başka bir vaka ile daha karşılaştık, Arap Birliği’nin Şerm eş Şeyh’teki zirvesinde sonuç bildirisinde ilginç bir ilke imza atıldı. ABD’nin 11 Eylül sonrasında yaptıklarının izinden gidilerek dini söylemin revize edilmesi istenmiştir. Daha doğrusu terör ve şiddeti mahkum eden bir dinin söylemin ve anlayışının geliştirilmesi fikri benimsenmiştir. Bu yeni yaklaşım anti IŞİD’cilik olarak takdim edilmektedir. Cemal Sultan gibi yazarların yerinde olarak temas ettikleri gibi, aslında IŞİD ve anti IŞİD çizgisi indirgenmiş çizgilerdir. İkisi birisinin panzehiri değil beslendiği kaynak ve azığıdır. İkisinin de panzehiri aslında itidal veya vasatiyet çizgisidir.
11 Eylül akabinde Amerikalılar cihadın müsadere edildiği ve içtihadın öne çıkarıldığı bir dini anlayışı hakim kılmak ve vazetmek istemiştir. Bu nedenle de Arap ülkelerinin dini müfredatına ve eğitim şekline el atmıştır. Yaklaşımlarından birisi Hıristiyanlık anlayışının İslam anlayışının önüne geçirilmesidir. İslam’da kaide ve kural Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.
*
Hıristiyanlıkta ise içi boş veya tek yanlı bir hümanizm öne çıkarılmıştır. 11 Eylül’den sonra ise bu sevgi ve nefret dengesi tek ayaklı hale getirilmiş ve nefret kaldırılarak, sevgi bırakılmıştır. Zorlama bir sevgi. Bunun Hıristiyanlıkta temelleri olabilir ama İslam’da yoktur.
11 Eylül’den sonra Müslümanlardan şu yaklaşımı benimsemeleri istenmiştir: Ben seni dövsem de sen beni seveceksin! İnsan kardeşini seveceksin, bir yüzüne tokat atarsa; ötekini çevireceksin!
Batılılar bizden bunu istiyorlar ama kendileri aksini yapıyor, herkesi pataklıyorlar ve dövüyorlar. Buna simyasal veya psikolojik savaş deniliyor. Önce iradeyi kırıyor ve sonrasında teslim alıyor. Şerm eş Şeyh’te yapılan Arap Zirvesinin ardından bu yönde benimsenen yaklaşımlardan birisi uysa da uymasa da dini kardeşlik yerine milli kardeşliği esas almaktır. Zira dini kardeşlik sonuç itibarıyla milli kardeşliği parçalıyor! Yine Şerm eş Şeyh zirvesinden sonra Ezher kendisini bu yeni dile adapte etti. Ezher Şeyhi Ahmet Tayyip ve çevresi buna yatkın ve istekli görünüyor. Esasında darbe lideri Sisi Ezher’i bu yönünü öne çıkartıyor ve fazlaca vurgu yapıyor.
Pakistan’da Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari ve Başbakan Yusuf Rıza Gilani döneminde ılımlı İslam modellerinin Pakistan tarafından kopya edilmesi üzerinde durulmuştur. Bu hususta Pakistan’ın örnek alabileceği iki model öne çıkmıştır. Türkiye’de imam hatipler, Mısır’da ise Ezher. Bunlar bir model mi değil mi tartışılabilir lakin mesele dini bir mühendislik çalışmasıdır.
*
Nitekim Ezher Arap ılımlı İslam versiyonunu üretmek için kollarını sıvamıştır. Bu çerçevede cihat tamamen kaldırılıyor ve şiddet ulu’l emrin tekeline veriliyor. Onunla sınırlandırılıyor. Burada devlet şiddeti bir biçimde cihat olarak meşrulaştırırken öteki ise mutlak olarak gayri meşru sayılmaktadır. Geçmişte saray uleması tabiri vardı, şimdi ise bu tabir gelişerek galiba ‘saray dini’ kisvesine bürünüyor. Zira Suudi Arabistan’da devlet Selefiliği özellikle Camiye denilen anlayış, Ehl-i Sünnetin alamet-i farikasının itaat ve başkaldırmama olduğunu söylemektedir. Bu ise Ehl-i Sünnet anlayışına zıttır. Zira siyaset akait meselesi olmadığı gibi saraya itaat de akait meselesi haline getirilemez. Akait meselesi değil belki yöntem veya fıkıh ve yaklaşım meselesidir. Aksi takdirde, zalim olsa sultana karşı gelen haklı konumundaki birisi ehl-i dalalet sayılmalıdır. Abdullah İbni Zübeyr gibilerinin Emevilere karşı çıkması bu durumda bir akait sapmasıdır. Bunu ise şimdiye kadar kimse söylememiş ya da söylese de kale alınmamıştır. Mısır’da Şerm eş Şeyh’te alınan kararlar gereği, okullarda cihat bahsi yerine Hudeybiye sulhu ve davetin gelişmesine olumlu katkısı konusunun okutulması kararlaştırılmıştır. Çoğulculuk anlayışını pekiştirmek ve kökleştirmek için ayrıca Medine vesikası meselesi gündeme getirilmiştir.
Bu nedenle darbeci General Sisi kendisini fetva vermeye de ehil görüyor ve cennetin Müslümanlara has, münhasır olmadığını gayri Müslimlere de hitap ettiğini söylemektedir. Sabık meşru dinlerin müminleri veya geçmişteki müntesipleri de ehl-i necat dese itiraza mahal kalmıyor. Cenneti tahsis yerine herkese tamim ediyor.
Bu durum Muhammed Haseneyn Heykel’in Cafer Numeyri ile alakalı bir anekdotunu hatırlatıyor. Ülke futbol takımlarının karşılaşması sonucu takımlardan birisi diğerini 2-1 yenince sahaya iniyor ve yenen takıma ilave bir gol atarak beraberlik sağlıyor. Sisi, Müslümanlarla gayri Müslimler arasında birliği sadece Mısır’da değil ayın zamanda ahirette de sağlamayı garanti ediyor. Bir süre önce sözünü ettiği dini devrimden kastı bu olmalı herhalde.