ÖNCEKİ gece BBC televizyonu, Katar'ın başkenti Doha'da çeşitli Arap ülkelerine mensup diplomat, akademisyen ve üniversite öğrencilerinin katılımıyla düzenlenen ilginç bir toplantıyı yayımladı. Bu tartışma programının konusu şu soruyla ifade ediliyordu: "Arap Birliği öldü ve gömüldü mü?"... Bir saat süren tartışmanın sonunda, geniş salonu dolduran izleyicilerin oyuna başvuruldu: Soruya yüzde 77'si "evet", yüzde 23'ü ise "hayır" dedi.
Panelistlerin ve söz alan katılımcıların çoğu da zaten, Arap Birliği'nin bir "heyecan" veya "hayal" olduğunu, ancak fiilen hiçbir zaman "eylem"e veya "gerçeğe" dönüşemediğini ifade ettiler. Katar'ın Washington'daki Büyükelçisi Hamad el Halife'nin deyişiyle, Arap Birliği fikri, Gazze olaylarından önce de "ölmüştü". Tabii Gazze trajedisi Arap dünyasının kendi içinde ne kadar bölünmüş olduğunun yeni bir göstergesi oldu.
Buna karşılık Körfez Araştırma Merkezi Müdürü Abdülaziz Sager, Arapları birleştiren manevi değerler üzerinde durdu, birçok olayda ve son olarak Gazze'deki gelişmeler karşısında "Arap sokakları"nın tam bir dayanışma sergilediğini belirtti...
Heyecan yetmiyor
GERÇEKTEN Gazze'deki olaylar, bu gerçeği bir kez daha gözlerin önüne serdi. "Sokaklar" tepki gösterdi, ama hükümetler hareketsiz kaldı. Hatta ülkelere göre hükümetler farklı tutumlar aldılar.
Kuşkusuz bu ilk kez böyle olmuyor. Yıllardan beri Arap dünyası, kendisini doğrudan ilgilendiren meselelerde bir türlü tek vücut hareket edemiyor. Bir zamanlar İsrail karşıtlığı Arapları birleştiren ve hatta 1948, 1956 ve 1967 savaşlarında olduğu gibi, birlikte savaşmaya iten tek nedendi. Daha sonra, Mısır ve Ürdün'ün İsrail ile barış anlaşmaları imzalaması ve diğer bazı Arap ülkelerinin İsrail ile bir şekilde temas veya ilişki içine girmesiyle eski dayanışma kalmadı.
Arap ülkeleri, İran-Irak savaşından Lübnan'daki iç savaşa ve Irak'ın işgaline kadar, birçok meselede de bir ortak tavır benimseyemediler, kendi çıkar hesaplarına göre farklı politikalar benimsediler.
İlk bakışta, Arap ülkelerinin bir blok halinde hareket etmeleri için birçok sebep var. Doha'daki bazı konuşmacıların da belirttiği gibi, Araplar aynı dili, dini, kültürü paylaşıyor. Kuzey Afrika'dan Körfez'e kadar uzanan bölge büyük ekonomik potansiyele sahip. Yani 22 Arap ülkesi birlikte hareket edebilse, yabancı güçlerin manipülasyonları da etkisiz kalır.
Ama bu birlik bir türlü sağlanamıyor. Arap dünyasında henüz güçlü bir "Arap bilinci" oluşmadı. Abdülaziz Sager'in belirttiği gibi, "sokaklar"da zaman zaman bu şuur veya heyecan hissedilebiliyor, ama bu, ülkelerin politikalarına yansımıyor. Bu ülkelerin başında bulunanlar -ki çoğu otoriter rejimlerdir - politikaları kendi bildikleri gibi veya kendi çıkarlarına uygun şekilde belirliyorlar. Bu Mısır için olduğu gibi Suriye için de, Suudi Arabistan için de geçerlidir...
Lafla olmuyor
ARAP aydınları -Doha toplantısında görüldüğü gibi -halen Arap ülkelerinin en büyük ihtiyacının ifade özgürlüğü, yani demokrasi olduğu kanısındalar. Demokrasinin gerçekleşeceği gün, birlik bilincinin oluşacağını düşünüyorlar. Örnek olarak da Avrupa Birliği'ni gösteriyorlar, ona, Arap dünyası için de bir model olarak, gıptayla bakıyorlar.
AB, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupalı liderlerin, halklarına daha iyi bir yaşam standardı sağlamak için oluşturdukları bir ortaklıktır. Her ülke kendi milli kimliğini korumakla beraber, AB içinde "bütünleşme" ve birlikte hareket etme iradesini göstermiş, ona göre ortak parlamentodan dönüşümlü başkanlığa kadar ortak mekanizmalar kurmuştur.
Doha'daki bir katılımcının dediği gibi, bunlar "lafla ve duygusallıkla" değil, "sağduyu ve akılcı davranış" ile gerçekleşebilen "hayaller"dir...
Kaynak: Milliyet