2010 sonlarında başlayıp, tüm bölgeye yayılan devrim hareketi karşısında Arap sol-kanat partileri de en az Arap diktatör rejimleri kadar şaşkınlardı. İronik bir biçimde, sol-kanat partilerinin hemen hepsi, modern dünya tarihinde önemli bir devrimci harekete dönüşen bu ayaklanmaya hazırlıksız yakalanmışlardı.

Söz konusu Arap devrimleri, Sol’un kendisini ve önceliklerini yeniden tanımlaması konusunda zorlarken, sosyal ve politik özgürleşme meseleleri de bölgede baskı unsuru olmaya başladı. Özellikle de Mısır ve Suriye devrimleri, geleneksel Sol gruplar arasındaki ayrımı derinleştirirken, yeni aktivistlerin ortaya çıkmasını da sağladı.

Sol-kanat partiler, işçi hareketleri ve birlikleri genellikle şu iki eğilimden birini benimsediler: devlete boyun eğmek ve onun aygıtları tarafından tamamen “asimile edilmek” ya da sert baskıyla yüzleşip, siyasal hayattan yasaklanmak. Örneğin, hem Mısır hem de Suriye komünist partileri, Cemal Abdül Nasır ve Baas rejiminde söz konusu rejimin sınırları içerisinde kalmayı kabul edene dek yasaklanmışlardı.

Suriye’de komünist partinin faaliyetlerini sürdürmesine, 1972’e Hafız Esad tarafından çoğulculuk adına kurulan, ancak amacı çok net bir biçimde siyasal aktivizmi kontrol altında tutmak olan, Ulusal İlerici Cephe’nin bir parçası olmaları şartıyla izin verilmişti. Bu gelişme, partisi içerisinde Suriye Komünist Partisi’ne şekil veren ve Riyad el Türk tarafından yönetilen daha radikal üyelere sahip Political Bureau [yönetici kadro] ile yaşanan çok eski bir ayrışmayı derinleştirdi. Bu muhalif grup, Esad rejimi tarafından ciddi bir baskı altına alındı, faaliyetleri durduruldu ve Riyad el Türk, 1980’de hapse atılarak 18 yıl orda tutuldu.  

Böylelikle, 1950’den beri Arap dünyasında “ilerlemeci”, “sosyalist” ve “milliyetçi” diye nitelenen rejimler, ortaya çıkması muhtemel herhangi bir ciddi radikal sol ya da işçi hareketinin önünü baskı ya da “atama” yoluyla alarak engellendi.

2011’de derin sosyoekonomik ve gaddar rejimler tarafından uygulanan siyasal baskıya ilişkin nedenlerle Arap ayaklanmaları patlak verdi ve yayıldı. Ayaklanmaların hemen öncesinde, Arap dünyasındaki sosyoekonomik veriler hâlihazırda alarm vermekteydi. Diktatör rejimler tarafından uygulanan siyasal baskıya ek olarak, Arap coğrafyasındaki birçok insan hayatta kalmak adına mücadele veriyordu.

Enver Sedat’la birlikte Mısır’da uygulanmaya başlanan neo-liberal politikaların 2000 yılında Beşar Esad’ın yönetime gelmesiyle Suriye’de de benimsenmesi, hiç şüphe yok ki, yönetici sınıfın ve bu sınıfın etrafındaki kişilerin çıkarınaydı. Bununla birlikte bu çıkarlar, artan enflasyon, pahalılık, yüksek işsizlik oranları -özellikle de gençler arasında- ve üst seviyede fakirlikten mağdur nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan insanlara rağmen sağlanmaktaydı. Örneğin, Suriye’de fakirlik sınırının (kişi başı 1$) altında yaşayanların oranı, 2000’de %11’iken 2010’da %33’e yükseldi.      

Bu tarz sosyoekonomik göstergeler doğrultusunda Sol’un sosyal adalet talebini örgütlemesi ve harekete geçirmesi beklenebilirdi; ancak bu gerçekleşmedi. Arap ayaklanmaları planlanmamış bir şekilde, eski ulusal sınırlar içerisindeki kavramlara, milliyetçiliğe meydan okuyarak patlak verdi ve yayıldı. Bu hareketler, Arap dünyasının farkı bölümlerinde yaşayan insanların kendilerini baskı ve eşitsizlik zemininde tanımlayarak bir araya gelebileceklerini ispatladı.

Ancak hala cevaplanması gereken bir soru var: Bu ayaklanmalarda Sol ne rol oynadı?

2010’dan önce rejimin içine çekilme seviyesine de bağlı olarak, bu sorunun birden fazla yanıtı bulunmaktadır. Tunus Genel İşçi Sendikaları Birliği’nin (UGTT) devletten tarihsel olarak bağımsız olması sayesinde devrimde önemli rol oynadığı Tunus örneği dışında, bölgedeki sol-kanat partilerinin hemen hepsi devrim sürecinde marjinalleştirildi ve ayaklanmalarda önemli bir rol oynamadılar.  

Örneğin, Suriye’deki ve Lübnan’daki komünist partiler, Suriye’de yaşanmakta olanın emperyalistlerin işi olduğunu çok açıktır, diyerek ayaklanmalara karşı cephe aldılar. Geleneksel Sol, eski rejimle olan ilişkileri yüzünden gözden düşmüş, yerini sokaklarda yükselmekte olan yeni hareketler almıştı.

Bununla birlikte sol-kanat aktivizminin yeni biçimleri, son birkaç yılda Mısır’da Devrimci Sosyalistler – (AR),Suriye’de Suriye Devrimci Sol Akımı ve Lübnan’da Sosyalist Forum ile birlikte yeniden görünür olmaya başladılar. Bu gruplar, geç ve siyasal etkileri sınırlı ya da halk desteğinden görece yoksun olsalar da, Arap devrimleri anlayışları ve gelişimleri Arap Sol’undan uzun zamandır beklenen bir “siyasal olgunluk” ihtiva etmektedir.

Bugünün Arap Sol’u

Geleneksel sol-kanat partilerin hemen hepsi ulusal özgürleşmeye odaklanmış, Stalinist, tepeden aşağıya bir yaklaşım benimsemişken, yükselmekte olan Sol hareketler, açıkça görünüyor ki, tabandan yükselen hareketlere ve sosyalizme inanan Troçkist bir yaklaşımdan etkilenmiş durumdalar.

Arap Sol’undaki bu akımlar arasındaki ana farklılık, geleneksel Arap Sol’u ulusal özgürleşmeye öncelik veriyorken, genç solcu grupların kapitalist ve baskıcı bir sistemde gerçek bir özgürlük elde edilemeyeceğini düşündükleri için sosyal özgürleşmeye odaklanmalarıdır.

Jeo-politikaya odaklanmış, İran ve Rusya’nın anti-emperyalist güçler olduğu illüzyonunu yaşayan geleneksel sol partilere, dışsal emperyalist ve Siyonist tehdide karşı, bu yeni sol hareketler içsel eşitsizliklere, jeo-politik bağlamı kaybetmeden baskılarla ve İsrail’in bir işgalci olduğu gerçeğine karşı mücadeleye öncelik veriyorlar.

Bir başka ifadeyle, Troçkist yaklaşımı benimseyenler, ulusal özgürlük mücadelesini, sosyal ve ekonomik özgürleşmeyi bir araya getiren kalıcı bir devrime inanıyorlar. Örneğin, Lübnan Komünist partisi, Suriye’de yaşananları Esad rejimini devirmek ve İsrail’in bölgedeki konumunu güçlendirmek için daha büyük bir komplonun parçası olarak değerlendiriyorken, Lübnan Sosyalist Forum’u -bu hareketi yok etmek isteyen Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)örgütü gibi gerici unsurlara rağmen- Suriye’de yaşananları diktatörlüğe karşı kahramanca bir halk devrimi olarak görmekteler.

Buna ek olarak, geleneksel sol partiler, bir taraf seçmek zorunda hissettikleri iki cepheli siyasal bir kutuplaşmaya teslim oldular. Bu durum, söz konusu partilerin siyasal arenada ya da halk nezdinde gerçek bir etki yaratamamış öncüllerinin devamı haline gelmelerine neden oldu. Bununla birlikte, yeni solcu gruplar, dışsal, iki kutuplu ve gerici yaklaşımların sorgulanması için yeni bir kapı açtı.

Örneğin, Mısır’da Devrimci Sosyalistler, eski Mübarek rejimine, Abdülfettah el Sisi yönetimindeki orduya ve Müslüman Kardeşler’e karşı bir tutum benimsediler. Benzer bir biçimde, Suriye’deki solcu devrimci gruplar da hem Esad rejimine hem de IŞİD ve Al Nusra Cephesi gibi gerici gruplara karşı bir tutum benimsediler.  

Son olarak, eğer Arap ayaklanmalarından hem geleneksel hem de daha genç sol-kanat oluşumların öğrendiği bir şey varsa, o da, romantize edilmiş devrim fikirlerinin gerçeği yansıtmadığıdır. Devrimler ne kadar güçlü ve özsel olursa, devrim süreci de -Sol’un umduğunun aksine- o kadar sancılı ve zor geçer.

Arap devrimleri, durulmadan önce daha birçok inişli-çıkışlı, derin ekonomik, sosyal ve politik değişimlere sahne olacak uzun soluklu bir süreç olarak algılanmalıdır. Bu süreç boyunca birçok sosyal tabu yıkılacak, birçok norm ve değer yargısı değişecek ve birçok sosyal hareket yükselecek, ancak aynı zamanda birçok hayat kaybedilecek, birçok insan acı çekecek ve belki de gaddar rejimler tarafından yalnızca bugünü değil, aynı zamanda geçmişi silmek için şehirler yerle bir edilecek.

Rima Majed, Oxford Üniversitesi - Siyaset Sosyolojisi bölümünde araştırmacı ve doktora adayıdır.

Kaynak: El Cezire
Dünya Bülteni için çeviren: Sedcan Altundal