Recep Tayyip Erdoğan ve Şimon Peres arasında 2009 Davos Zirvesi esnasında yaşanan kriz sonunda, Türkiye Başbakanı’nın yaptığının aksine toplantıyı terk etmemesinden dolayı sert eleştirilere maruz kalan, Arap Birliği Teşkilatı Genel Sekreteri Amr Musa’nın, Sirte’de yapılan 22. Arap Birliği Zirve toplantısında gündeme getirdiği ‘Arap Devletleri Komşuluk Platformu’ önerisi Arap âleminin hem liderlerini hem de entelektüel kesimini ikiye bölmüştür.
Anlaşılan Musa, Türkiye, İran, Etiyopya, Eritre, Uganda gibi Arap kökenli olmayan ülkeleri içine alacak ancak İsrail’i dışarıda tutacak geniş çaplı bir bölgesel teşkilat oluşturma hedefini, ev sahibi Libya dahil olmak üzere hiçbir liderin fikrini alma ihtiyacı duymadan ortaya koymayı tercih etmiştir.
Aslında söz konusu önerinin incelemeye değer bir yapı olduğunu söylemeden geçmek mümkün değildir. Musa’nın dile getirdiği yapının ana fikrini, Türkiye ile anlaşılmasını takiben İran ile de anlaşma sağlanarak siyasi, ekonomik ve stratejik bir işbirliği teşkilatının hayata geçirilmesi oluşturmaktadır. Söz konusu öneri Suriye, Libya, Yemen, Cezayir, Katar tarafından bölgenin istikrarsız ve bölünmüş durumunun ortadan kaldırılmasını sağlaması; ayrıca Türkiye ile İran’ın desteğinin bölge devletlerinin gücünü daha da artıracağından hareketle olumlu karşılanmıştır.
Ancak, Musa’nın bu teklifi, Arap Birliği Teşkilatı’nın lokomotifi konumunda olan Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan yönetimlerince altyapısı bulunmayan; İran’ın nükleer çalışmalarının yanı sıra Körfez Devletleri ile olan ihtilaflarının neden olduğu anlaşmazlıkların çözümünün beklenmemesi bakımından da zamansız bir teklif olarak nitelenmiştir.
Teşkilatın itibarı
Musa’nın söz konusu hamlesi, kurulduğu 1945’ten bugüne kadar uluslararası toplum nezdinde ağırlığını ortaya koymayı başaramayan Arap Birliği Teşkilatı’nın kaybettiği itibarı yeniden kazanmasını sağlayacağı ve kurulacak yeni platformun Filistin sorununun çözümü hususunda İsrail ve müttefiki Batı ülkeleri nezdinde etkili olabileceği gerekçeleriyle Arap âlemindeki bir kısım aydın tarafından desteklenmiştir.
Buna mukabil çoğunluğu oluşturan karşıtlar ise Birlik Genel Sekreteri’nin üye devletlere danışmadan böyle kapsamlı bir öneri getirmesinin Teşkilatın misakına aykırı olabileceğini, Musa’nın bu inisiyatifinin arkasında sekiz yıldır sürdürdüğü görevi esnasında yaşadığı başarısızlıkların üstünü örtme amacının yattığını ve bu inisiyatifiyle birlikte hasta yatağındaki örgütün fişini çekeceğini iddia etmişlerdir.
Amr Musa’nın bu girişimi Başbakanımız Erdoğan’ın “Türkiye Arap Birliği ile her türlü işbirliğine hazırdır, bu noktada üzerine düşeni yapacaktır. Bundan hiç endişeniz olmasın, Türkiye olarak Ortadoğu’daki gelişmelere kayıtsız kalmamız tabii olarak mümkün değildir” sözlerinde karşılığını bulmuştur. Ankara’nın neden böyle bir projeye ılımlı yaklaştığı sorusuna verilecek cevap, hükümetimizin son yıllarda ortaya koymuş olduğu çok yönlü ve pragmatik dış politika açılımında aranmalıdır. Dahası Musa’nın önerisi, ülkemizin tüm bölgesel güçlerle diyalog kurulması, sorunların barışçıl bir biçimde müzakereler yoluyla çözülmesi yaklaşımına paralellik arz etmektedir.
Fakat, hükümetimizin olumlu cevap vermeden önce, önerinin olgunlaşmasını, konuya ilişkin olarak Arap Devletleri arasındaki ihtilafların çözülmesini bekleyeceği; bundan da önemlisi ABD ile stratejik müttefik olma, AB üyelik süreci, İsrail ile devam eden işbirliği ve İslam Konferansı Teşkilatı ile sürdürülen dayanışma politikalarıyla uyumlu olduğu sürece bu plana destek olacağı bilinmelidir.
Her şeye rağmen, Musa’nın inisiyatifinin değerlendirilmesi ve somutlaştırılması aşamasında belirli bazı hususların göz önünde bulundurulması şarttır. Şöyle ki:
Arap Birliği’nin yerini alacak böyle bir Teşkilatlanmaya girişilmeden önce bölgesel ve uluslararası örgütlerin yapısal, hukuksal ve siyasal özelliklerinden yararlanılarak, yeni kurulacak Teşkilatın kurumsal yapısı, karargahları, kadrosu, finansmanı gibi çekirdek özelliklerinin netleştirilmesi,
Platformda yer alacak devletlerin bölgenin temel sorunlarına ilişkin tutumlarını gözden geçirmeleri, dahası demokratikleşme, insan hakları gibi meselelerde de yapıcı bir tutum izleyerek ortak bir uyum süreci oluşturulması,
Musa’nın önerdiği yapının, kurucusu Fransa olan ve ABD, Rusya, İsrail tarafından da desteklenen Akdeniz Platformu’na rakip olacağı ihtimalini göz önünde bulundurarak söz konusu güçlerin olası bir işbirliği teklifi karşısında ciddi bir politika geliştirilmesi,
Gerek askeri ve ekonomik yapısıyla gerekse geliştirdiği ittifaklarla bölgenin temel gücü olan İsrail’in dışlanmasının bölgenin kangren haline gelen sorunların çözümünü imkânsız kılacağının bilinmesi, söz konusu Platformun hayata geçmesindeki can damarları olacağı dikkate alınmak zorundadır.
Üyelerin tutumu
Fakat, her şeyin ötesinde söz konusu platformda üyelik önerilen devletlerin büyük bir bölümünün, kendi çizdikleri dış politikalarında ve ittifakları hususunda Teşkilatın lehine taviz verip vermeyecekleri önümüzdeki günlerde netlik kazanacaktır. Dolayısıyla Musa’nın önerisinin hayata geçmesindeki başlıca engel, söz konusu devletlerin kendi hesaplarından vazgeçmemeleridir. Bunun yanı sıra Platform devreye girdiği taktirde İslam Konferansı Teşkilatı’nı alternatif bir yapı olarak etkileyeceği ve 1969’da kurulan ancak Arap Birliği Teşkilatı ile aynı zayıf karneyi paylaşan İslam Konferansı’nın geleceğinin ve Komşuluk Platformu ile olan ilişkisinin ne olacağının açıklığa kavuşturulması da zorunludur.
Sonuç itibarıyla Amr Musa’nın bu önerisinin ideal anlamda yerinde olmakla birlikte, söz konusu projenin gerçekleşmesinin en kestirme yolunun Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve Ürdün dörtlüsünün, bölgenin önde gelen güçleri olan Türkiye ve İran ile doğrudan
diyalog kurmasından ve bu ülkelerin taşın altına ellerini koymasından geçtiği kanaatindeyiz. Aslında bütün bu çalışmaların temelinde yer alması gereken ana husus, birçok ülkede tavan ile taban arasında yaşanan kopukluğun doldurulmamasının neden olduğu çıkmazın ortadan kaldırılması ve
liderlerin yönetim tarzını ciddi bir biçimde gözden geçirerek daha katılımcı bir sistem lehine çaba göstermelerinden geçmektedir. Fakat, bütün bu gelişmelerin hayata geçmesi için gereken sürecin son derece uzun olacağına şüphe yoktur.
Prof. Dr. Samir Salha: Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi
Kaynak: Radikal