Rivayet edilir ki Fransa Kraliçesi Mari Antuanet (Marie Antoinette) Fransız Devrimi günlerinde 'ekmek, ekmek' sloganlarıyla ayaklanan halkı sorduğunda, etrafındakiler 'ekmeksiz kaldılar efendim' diye açıklamaya çalışmışlar, hazretleri de, 'Peki, neden pandispanya yemiyorlar?' diye şaşkınlığını dile getirmiş.
Pandispanya un, yumurta ve şekerle yapılan bir pastadır ve kelime anlamı da 'İspanya ekmeğidir' -pain d' Espagne. Seçim sonuçlarını beğenmeyenlerin tepkilerini okurken Antuanet geldi aklıma. Çünkü sonunda boynu vurulan bu zavallı kadına o yıllarda yakıştırılan bu sözün özünde halkın bir sitemi sezilir: Bizi sen hiç anlamadın! Daha kötüsü, sen Fransa'yı hiç anlamadın, demek isteniyordu. Gerçekten de aristokratlar halktan kopuk kendi dünyalarında yaşıyorlardı. Seçim şoku geçiren köşe yazarlarının serzenişleri de -'biz başka bir gezegende mi yaşıyorduk?' ya da 'bizim mahalle başka, Türkiye başka' ya da 'demek halkımız durumdan memnun, mutluymuş da ondan öyle oy kullandı' ya da 'kafaları karıştı, akılları ermiyor' (pandispanya yemek bile akıllarına gelmiyor) gibi sözler de- ibretle gelecek kuşaklara aktarılmalı. Bu tür Antuanet lafları bazı halktan kopuk ve olumsuz politikaların temel kaynağını gözler önüne bir güzel seriyor.
Seçmene karşı yapılan saygısızlık...
Ben de öyle bir yanılgı şoku yaşamıştım; ama hem o zamanlar çocuk yaştaydım hem de hemen kıssadan gerekli hissemi erkenden almıştım. 1960'lı yılların başında liseyi bitirince yaz tatilinde 'Anadolu'yu tanımak' amaçlı biz geziye çıkmıştım, can arkadaşım Uğur Aker'le. Gece vakti otobüs Urfa'ya varmıştı. Otobüsten inip de etraftaki, cübbeli, başörtülü ya da sarığı andıran giyimleriyle erkekleri görünce, resmî eğitimle, Cumhuriyet devrimleriyle muasır medeniyetine ha eriştik ha erişeceğiz havasına girmiş olan bendeniz şok geçirdim. Telaş içinde otobüsün yanlışlıkla sınırı aşıp Suriye'ye geçtiğini düşündüm! Böyle bir Türkiye görüntüsü öğrendiklerime, bildiklerime hiç uymuyordu. Evle okul, Şişli-Bebek arasında buluğa eren bir genç olarak dar çevrem dışında başka bir Türkiye'nin varlığını o yıllarda kolaylıkla kabullendim. Mahmut Makal'ın Bizim Köy romanı ile başlayan ve sonra köy romanı ile gelişen bir edebiyat, en azından mahallemden farklı bir yaşamın işaretlerini bol bol vermişti. Hele askerliğimi (sakıncalı) çavuş olarak yapmam çok yararlı olmuştu. Bir buçuk yıl pandispanyayı tanımamışlar türü insanlarla yatıp kalktım, aynı koğuşta ve 'eğitimde'. O yıllarda sol hareket içinde (CHP değil) halkla ilişkiler kurduğumuza da inanırdık. Bu deneyimimin de bir katkısı olmuştur herhalde. Çevremin temsili olmadığını seziyor, bir, hatta birçok 'öteki' tarafın olduğunu görüyor; ama bunun ve bunların ne olduğunu da tam olarak bilmiyordum.
Hiçbir zaman 'halkı tanıyorum' demek cüretini göstermedim. En başta 'halk' diye soyut bir stereotip yok, milyonlarca ve her biri kendi farklılığını yaşayan insanlar var. Fransız devrimi süresinde bu halka 'donsuzlar' (sans culottes) da derlerdi, bugünlerde seçmenden hoşnut olmayanların akılsız, mürteci, göbeklerini kaşıyan filan dedikleri gibi. Sonra 'halkı tanıma' lafı halktan kopmuş güya tarafsız bir gözlemcinin yukarıdan bakan havasını taşır. Kendimizi ne kadar tanıdık ki sıra ötekilere gelsin? Kaldı ki, 'bildiğine' inanan artık izlemeye, soruşturmaya, anlamaya çalışmaya, tanımadıklarıyla diyalog kurmaya, kulak kabartmaya kalkışmaz. Kendinden emin halk için gerekli ve yararlı olanı yapmaya koyulur. Sorun da tam burada.
Antuanet'ten sonra da Abraham Lincoln'ü andım. Uğruna fedakârlıklarda bulunanları için seslendiği yurttaşlarına, o rejimi şöyle tanımlamıştı: Halk için, halkla birlikte, halk tarafından. Sanıyorum Antuanet ve ağzıyla konuşanlar ilk ikisine pek itiraz etmeyecekler. Güya hep halk için yapılıyor her şey zaten. Ve hep halkın da bu çabalara katılması isteniyor. Ama 'halk tarafından' kısmı işleri bozuyor - donsuzlar, akılsızlar, cahiller söylemi bu yüzden başlıyor. 'Onların' bu işlere bulaşmasıyla, işte gördük, iktidardan olduk, diyecekti Antuanet de, şimdi buralarda yaşasaydı. Oysa seçim sonrası şokunun ortaya çıkardığı ağız, şaşkın, umutsuz, öfkeli bir kesim yurttaşlarımız için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Ağızlarından çıkanı kulakları duysa, daha doğrusu bilgisayarlarından çıkanı dikkatle okusalar, kendileri hakkında çok yararlı saptamalarda bulunacaklar. Toplumdan ne kadar kopuk, çevrelerinden ne denli yabancılaşmış, etraflarını ne denli anlamadıkları, dönemlerinden ne kadar uzak, gerçeklere ve doğal gelişmelere ne kadar karşı olduklarını bir güzel göreceklerdi. Bir adım sonrasını öngörememek aklı başında insanların hemen anlayacakları bir işarettir, değerlendirilmesinde büyük yararların olduğu bir işarettir: Bir yerde büyük bir hata işliyorlar demektir.
Halka rağmen, halk için diyenlere...
Yanlış yaklaşımlarını düzeltmeyi onursuzluk saymayanlar bu tür işaretleri değerlendirebilir. Neden böylesine belirgin olan bir gelişmeyi göremedik de olmadık mitoslara inandık, sorusunu yüreklilikle sorabilirler. İnsanın etrafını anlaması için sosyolog olması gerekmiyor. Mari Antuanet'in eksikliği Auguste Comte okumamış olması değildi. Hatta kimi zaman sosyoloji okumak, bildiğini okumak yönünde daha kıvrak laf yetiştirmek, bahaneler ve gerekçeler uydurmak için bir araçtan farklı bir işlevi de olmuyor. İnsanın kendisi ile içten pazarlıklı yerine daha içten (samimi, yani) olması yeter. İşte, seçimler oldu, korktuğumuz başımıza geldi; ama sonunda bizim korktuğumuz halkımızın istediğiymiş, demek ve halkı elimizin tersiyle itemeyeceğimize göre kendimize biraz çekidüzen vermenin tam zamanı.
Seçim sonrası taraflar arasında yaşandığı sezilen yumuşama havasında sanırım ve dilerim bir nedeni bu özeleştiriye açık yaklaşım yüzündendir: Birileri son aylardaki laflarının geçerliliğini değerlendiriyorlardır. Halka rağmen halk için yerine, halk için halk tarafından desek... Bu yapıldığında da her türlü muhalefeti yapanların hem sözleri ve davranışları meşruiyet kazanacak hem de kamuoyunda daha geniş bir kabul görecektir. Dönem, halkı vesayet altına alma dönemi olmadığından böyle bir yaklaşım azınlıkta kalıp karşı tezleri savunanların da uzun sürede lehinedir.
Kaynak: Zaman