İran, iki önemli bölgesel konferansta görünmez bir misafir olarak güçlü bir varlığı garantiledi. Annapolis'te sonbahar konferansı --Bu kışın olacak-- ve İran'ın orada olmaması gerçeğine karşın, konferansa katılan bütün delegelerin, nispeten Fars deviyle, onun stratejik ilişkiler ağının Ortadoğu'da genişlemesiyle ve dünyadaki önemli politik güçlerin İran nükleer planlarına karşı açık bir pozisyon geliştirmede başarısız olduklarında neden oldukları utançla meşgul oldukları açıktır.

 

Öte yandan İran, Annapolis'teki bir teslimiyet ve aşağılanma konferansı iken, bu konferans bir direniş ve asalet konferansıdır anlayışını Arap ve İslam dünyasına göstermede başarılı olmayı hedefleyen bir şemsiye sunma girişiminde önümüzdeki günlerde yapılacak olan Şam Konferansı'nı da gölgeledi.

 

İranlı liderlerin, geçen yüzyılın 50'li yıllarında ülkesinin nükleer silah sahibi olmakla ilgili güçlü arzusunu vurgulamak için halka açılan Çinli lider Mao Tsi Tong'u hâlâ hatırladıkları açıktır. O zaman ABD yönetimi böyle bir beyannameyi reddetti ve askeri seçenek bir opsiyon olarak düşünülürken politik ve ekonomik yaptırımlar uygulamakla tehdit etti. Tsi Tong'un beyanından on yıl sonra Çin nükleer silah geliştirmeyi başardı ve aralarında ABD'de olmak kaydıyla bütün dünya bu durumu fiili olarak kabul etti. Benzer şekilde ABD'nin İran'a yönelik tehditlerinden sonra gözlemciler İranlı liderlerin nükleer kapasiteye ulaşmak için güçlü bir kararlılık gösterdiklerini görüyor fakat önemli soru varlığını korumaya devam ediyor: böyle bir nükleer kapasiteye ulaştığında İran gerçekten ABD ve İsrail için gerçek bir tehdit olacak mı? ve İran'ın dış politika ajandasının önceliklerinden olan İsrail devletini yok etme yerini koruyabilecek mi?!!!

 

Tarih boyunca önemli bir ders aldık; nükleer bir ülke böyle bir savaşın mahvedici sonuçlarıyla ilgili önceki bilgisini dikkate alarak bir diğer nükleer ülkeye saldırmak için dikkatli bir şekilde düşünecektir; bu Avrupa'daki pek çok ülke için, Rusya, Çin, Hindistan ve Pakistan için başvurulan bir durumdu.

 

Irak işgali açıkça gerçek olan ile söylenen hikayeler arasındaki devasa farklılığın resimli mitine sahipti. ABD yönetimi, sahip olduğu kitle imha silahlarından dolayı Saddam Hüseyin'in gerçek bir tehdit olduğunu dünyaya ispatlamaya çalıştı ve dünyanın bütün bu iddiaların gizli bir ajanda için Irak'a yönelik bir savaşı haklılaştırmak için ortaya atıldığı gerçeğini ifşa etmesi fazla uzun sürmedi. Benzer şekilde ABD yönetimini saplantılı görünüyor ve bu saplantı; sadece gerçek kaygı ve paranoyayı gizlemek için kullanılan, ilan edilmiş nükleer silahlar meselesi ile çok az ilgilidir. İran ve onun Ortadoğu'daki güçlü ilişkiler ağı aynı bölgedeki ABD çıkarlarına doğrudan bir tehdit unsuru teşkil ediyor özelliklede ABD yönetiminin yanlış uygulamalarına karşı bu bölgedeki insanların kızgınlıklarını provoke ediyor ve kullanıyor. Bu bölge kültürünün bir parçası ve Ortadoğu'daki insanların tabiatının daha fazla farkında olarak ABD'ye karşı onların desteğini ve sempatisini harekete geçirmek çok kolay oluyor ve İran'ın jeopolitik ve dini düşüncelerini gözönüne aldığımızda İran, ABD'nin varlığına karşı olarak onlar arasında bulunmasını meşrulaştırmak için gerçekten çok az çabaya ihtiyaç duymaktadır.

 

Dolayısıyla, ABD yönetimi iki alternatiften birini tercih etmek zorunda olduğu bir konumda duruyor gibi görünüyor: ilki, zor olan, İran'a karşı askeri bir harekât gerçekleştirmek. Bu seçeneğin zorluğu, İran'ın sınırlarını aşacağı ve pek çok ülkeyi etkileyeceği kesin olan beklenen sonuçlarda vurgulanmıştır. İran'a belirli bir sadakate sahip fakat henüz ABD askerleri ile ciddi çatışmalara girmemiş çoğunluk nüfusun Şii olduğu Irak'ta, İran'a yönelik ABD saldırıları durumunda her türlü ABD hedefine saldırmak için bunların motive olacağı beklenmektedir. Irak'tan uzak olmayan, bu bölgesel denklemde konumunun merkezi olduğunu düşünen Suriye'nin köşesine çekilip bu savaşı izleyeceği beklenmiyor çünkü eğer İranlıların güçlü kemikleri bu gün kırılırsa yarın sıra onlara gelecektir. Tahran'daki referanslarına ABD tarafından saldırıldığını gören Lübnan'daki Hizbullah'ın, bölgedeki en büyük ABD müttefiki "İsrail" e şiddetli bir şekilde saldıracağı bekleniyor. Hizbullah aynı zamanda Lübnan'da ABD tarafından desteklenen bazı ılımlı kişiliklere de saldırabilir. İran tarafından desteklenen gruplar İsrail'e ve bölgelerindeki ABD tarafından desteklenen diğerlerine saldırmaya başladığında aynı konsept Filistin'e de uyarlanabilir. Geniş Şii nüfus barındıran ve özelliklede ABD askeri üslerine ev sahipliği yapan bazı körfez ülkeleri de çatışmalara sahne olacaklardır. Dahası petrol fiyatları keskin bir şekilde yükselirken uluslararası ekonominin ağır bir şokla yüzleşmesi beklenmektedir.

 

İkinci seçenek birincisinden çok daha kolaydır. Bu seçenek; bazı iç sorunlar oluşturma ve sadece iç sorunları ile uğraşacak şekilde İran'ı düzensizleştirmeyi içermektedir. Bu gerçekleştiğinde, zaman unsuru ABD lehine olacak ve ABD yönetimi, İran'ın ilişki ağını bozmaya çalışmak için şans bulacaktır. Sözkonusu bu zamanda onlar Ortadoğu'da var olan müttefiklerini organize ve takviye etmek için çok daha fazla çaba sarfedeceklerdir. Bu yüzden, Filistinlilerin bir devlet rüyasıyla, mültecilerin sorunlarının son durumu için adil bir çözümle, Kudüs'le, sınırlarla ve diğer sorunlarla hiç teması olmayacak Annapolis'teki konferans böyle bir vizyon için iyi bir başlangıç olarak geliyor. Bu nedenle "ABD bakış açısıyla" Ilımlıları Güçlendirme ve radikalleri ve onların müttefiklerini şeytan ekseni olarak düşünme ABD dış politikasının bölgedeki öncelikleri arasındadır.

 

Annapolis'e muhtelif niyetler, ajandalar ve amaçlarla farklı gruplar gidecektir fakat hepsi, Filistin-İsrail çatışması için adil ve özlenen bir çözüm hakkında medya bildirilerini cesaretlendirmeyle ilgilenmeden karşılaştıkları yerel, bölgesel ve uluslararası bazı problemleri çözme isteğini paylaşmaktadırlar. Filistin delegasyonu, Gazze'deki bir kuşatma ve darbede cisimleşmiş ciddi bir iç krizle, içten bozulmuş ekonomik durumla, başkanlık için popülarite ve desteğe zarar veren sürekli İsrail saldırıları ve kapsamlı bir reform için güçlü isteklerle birlikte FKÖ'nün performansının sürekli eleştirilmesi ile uğraşırken konferansa gidecek. Bu konferansın başarısı Filistin delegasyonuna insanlarıyla yüzleşmesi için büyük bir destek ve yerel rakipleriyle bir diyalog başlatmaya karar verdiklerinde daha fazla kart verecektir. Öte yandan İsrail delegasyonu, İran nükleer planları ve İsrail'i her taraftan kuşatmış ilişkiler ağının oluşturduğu gerçek bir panik içinde Annapolis'e gidecek. Onlar ABD'nin planlarını takip etmeye ve Beyaz Saray'ın talimatlarına itaat ettikleri suçlamasıyla suçlandıkları İsrail'deki büyük eleştiriye aldırmaksızın Annapolis'e gitmeye karar verdiler. Yine de konferans ve barış görüşmeleri, Olmert'in halkının aklını meşgul etmek ve hükümetinin farklı düzeylerdeki başarısızlık ve bozukluklarından dikkatleri başka yöne çevirmek şeklindeki isteği ile çakışmaktadır.

 

Sonuç olarak Şam konferansı, Şam'daki sesin; direnişin, vatanseverliğin ve Filistinlilerin haklarını desteklemenin sesi olduğunu gösterme amacında olan belirli grupların ve ülkelerin sonbahar konferansına doğal bir reaksiyon olarak yaklaşmaktadır. Yine Filistin rüyasının uzağında kendi çıkarlarına daha fazla sempatizan çekme, daha fazla destek bulma ve daha fazla popülarite kazanmakla uğraşırlarken konferansta yapılması beklenen bütün devrimci konuşmalara karşın bu konferansı organize edenlerin gerçek amacı bölgedeki ABD planları ile yüzleşmek için bir sonraki adımlarını koordine ve organize etmektir. Eğer durum bu değilse neden bu ulusal güçler Filistinlilerin haklarını savunma adına bir konferans organize etmek için neden bunca zaman beklediler?!!!

 

 

* Fadi Elhusseini Gazzeli Filistinli bir yazardır. Kendisine [email protected] adresinden ulaşılabilir.

 

 

 

Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.