Geçen yazımdaki düzenlemelerden anlaşılıyor ki, 1982 Anayasası, 1961 Anayasası döneminde sürekli yetkisini genişletme eğilimi güden anayasa yorum etkinliğini sınırlamak, daha doğrusu bunları belirlemek gereğini duymuştur. Oysa bunlar, aslında her yargısal etkinliğin yorum bilim kurallarına göre uyması gereken sınırlardır.

Tam da bu noktada karşımıza, Anayasa değişikliklerinin denetlenmesi konusu çıkmaktadır.

Özünde anayasa değişikliklerinin denetlenmesi, başlı başına bir paradokstur. Kuşkusuz, anayasa yargısı, yargısal denetimin güçlü bir bileşenidir. Ama anayasaları değiştirme yetkisini vermez. Böyle bir yetki anayasa yargısına tanınırsa, egemenlik ve irade hem müvekkil halkın hem de vekil yasama erkinin (ikincil kurucu iktidarın) elinden alınmış, bu konuda hiçbir vekálet verilmeyen yargının eline teslim edilmiş olur. Bu yüzden her hukuk düzeninde, anayasal düzenin temel paradigması olarak, anayasal değişiklikleri yapma yetkisi, birincil/asli kurucu iktidar tarafından ikincil/tali kurucu iktidara verilmiştir.

Bu da parlamentodur. Parlamentonun düzenlediği bir anayasal değişiklik, öz açısından elbette kesinlikle denetlenemez. Böyle bir durum, anayasanın üstünlüğüne, sadece yasaları denetleme görevi verilen bir kurumun görev alanı dışına ağmasına yol açar. Ancak alanı bu olmakla birlikte, anayasa değişiklikleri de bir yasa düzenlemesidir Yasa çıkarılırken anayasada öngörülen biçim kurallarına uyulmayabilir. Bu nedenle bu biçim kurallarına uyulup uyulmadığı denetlenebilir, denetlenmelidir de.

Anayasamız da bunu öngörmüştür (m. 148). Ama asla öz/içerik denetimi yapılamaz. Anayasada bu öngörülmemiştir. Öngörülmesi elbette bilime aykırı olurdu.

Biçim incelemesi, 'oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği koşulu ile 'sınırlıdır'.

Öte yandan Anayasada değiştirilemez, değiştirilmesi önerilemez, bükülemez hükümler vardır. Ancak, bu hükümler, sadece geçerlilik açısındandır. Anayasa normları arasında sıradüzen, altlık-üstlük ilişkisi olamaz.

Bu nedenlerle, biçim incelemesi kavramlaştırmasında açılan gedikten içeriye/öze sızma harekátıyla yasamanın dikastokratik kuşatma altına alınması, görünüşte biçimci, ama gerçekte özcü bir incelemedir. Hukuksal kavramlarla oynamaktır.

Eğer yargı bu etkinci (aktivist) incelemeyi yapmaya kalkışırsa, halkın iktidarı/egemenliği yargıya aktarılmış, siyaseti yargı yapmış olur. Bu da yargıyı ikincil (tali) kurucu iktidara ve ikincil iktidarı da vesayet altına alınmış kısıtlıya dönüştürür. Hukuksal gerçekçilik öğretisinin bile buna izin vermesi beklenmemelidir.

Bir kez daha yineliyorum: Yargıçlar, anayasalara, yasalara göre hüküm kurarlar, ama asla hükümet edemezler.

Bunlara uyulmaz, yazılı hukuk paranteze alınırsa, yaşanacak travmanın altında ilk yitirilecek değer, hukukun üstünlüğü ilkesidir.

İkincisi, önceden belirlenmiş ve herkesçe bilinen hukuk kuralları belirsizleşir; geleceğin nasıl olacağı kestirilemediğinden hukuka güven azalır, birey güvencesiz kalır. Parlamento etkisizleşir, hukuka ve demokrasiye saygı yiter.

Böylesine bir umutsuzluk düzeni elbette korku üretir; korkular da paranoyaları kışkırtır, hukuk dışına kayma eğilimlerini artırır ve uçları birleştirir. Bunlar dehşete dönüştükleri anda toplumsal patlamaları önlemek olanaksızlaşır. Toplum sıra dışı günler yaşamaya mahkûm olur. Çöken hukukun altında kalan göçükten, özetle bu kısır döngüden, kargaşadan çıkmak kolay değildir.

İşte o anda çoğu kez, Sokrates'ten bu yana hükümlerini yürüten toplumsal yasalar işlemeye başlarlar. Yargıyı sürekli gözetleyen/denetleyen sessiz yığınlar, çevrime girerler; kaygılı vicdanlarıyla oluşturdukları uyarılarını genel seçimlerde yansıtırlar.

Türkiye'de de böyle olmuştur. Diyarbakır dosyasının yoklukla sakat denilerek yeniden incelenmesi girişimi, bir partiye 2002'de %6; 367 kararı, %20 oranında artı oy getirmiştir.

Hukuk ve insanı özgürleştirecek yerde, özgürlükleri daraltan ve buruşturan; toplum vicdanını rahatlatacak yerde baskı altına alan bir hukuk anlayışının varacağı çıkmaz sokaktır, bu.

Şu unutulmamalı. Bu türden yaklaşımlarda, yargısal kararlarda, ilk bakışta ülkenin/toplumun yararına; son çözümlemede ise erkler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin, olan ve olması gereken hukukun zararına bir çarpıklık ve hukuksuzluk vardır.

 

Kaynak: Star