Medyaya yansıyan haberler hükümetin seçimlerden sonra 'AB'ye uyum' sadedinde yeni bir anayasa değişikliği hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor. Hatırlanacağı gibi Başbakan birkaç hafta önce 'yeni anayasa' meselesini 29 Mart seçimlerinden sonra gündeme alacaklarını söylemişti. Ama şimdi anlaşılıyor ki, Başbakanın kafasında olan tamamen yeni bir anayasa yapmak değilmiş. Düşünülen, mevcut anayasanın kısmi bir revizyona uğratılması imiş.
Yeni bir anayasa yapılması yönündeki beklenti nazara alındığında bu durumun ümit kırıcı olduğu söylenebilir. Şüphesiz, mevcut anayasayı özgürlük ve demokrasi yönünde değişikliğe uğratmak iyi bir şeydir. Yine de Türkiye'nin asıl ihtiyacının sivil inisiyatife dayalı tamamen yeni bir anayasa yapmak olduğu açıktır.
Yeni bir anayasa yapma girişiminin karşı karşıya kalabileceği zorlukların elbette farkındayım. Kimbilir, belki de iddia edildiği gibi bunun için yeterli bir toplumsal destek yoktur. Ama zaten asıl mesele siyasi elitlerin toplumu bu yönde harekete geçirebilmeleri meselesidir. Böyle bakıldığında, esas önemli olan muhtemel bir anayasanın içeriğinin şimdikinden daha özgürlükçü ve demokrat olmasından çok, onun 'müellifi'nin toplumun kendisi olmasıdır.
Kaldı ki, bugünkü şartlarda zor olan sadece tamamen yeni bir anayasa yapmak da değildir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi'nin bu meselede takındığı son tutum mevcut anayasada sahici bir değişiklik yapmanın da pek kolay olmadığını göstermektedir. O bakımdan, eğer aşılabilirse, sözü edilen zorluklar ancak toplumu yeni ve sivil bir anayasa için mobilize etmek suretiyle aşılabilir.
Şimdi, hazırlığı yapılan anayasa değişikliği paketinde de şüphesiz önemli değişiklik önerileri var. Parti kapatmayı zorlaştırmaya dönük olanlar bunların başında geliyor. Bu konuda, kapatma kararının Mahkeme'nin 4/5 çoğunluğuyla alınmasından daha önemli olan, bir partinin ancak amaçlarını gerçekleştirme yolu olarak şiddete başvurması veya şiddeti teşvik etmesi halinde kapatılabileceğine ilişkin öneridir.
Bunun gibi, siyasal katılmayı artırabilecek başka bir değişiklik önerisi de, % 10'luk genel barajı aşamayan partilere de parlamentoda temsil edilme şansı verecek olan 'Türkiye milletvekilliği'dir. Bu arada, bu şekilde seçilecek vekillere 'Türkiye milletvekili' denmesinin Anayasa'nın genel yapısına aykırı olacağını da belirtmek gerek. Malum, Anayasa (m. 80) milletvekillerinin seçildikleri bölgeden ve kendilerini seçenlerden bağımsız olarak 'bütün Milleti'ni temsil ettiklerini varsaymaktadır.
Öngörülen başka bir demokratikleşme adımı da Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinin bir kısmının (19 üyeden 8'inin) TBMM tarafından seçilmesidir. Gerçekleşmesi halinde bunun Anayasa Mahkemesi'ni değişen toplumsal şartlar ve eğilimlerden kopuk bir 'fildişi kulesi' olmaktan kısmen alıkoymak yanında, onu Avrupalı benzerleri arasında tuhaf bir istisna olmaktan da çıkaracağı açıktır. Mevcut haliyle Türk Anayasa Mahkemesi'nin 'bürokratik iktidar'ın demokratik siyaset karşısındaki muhkem kalelerinden biri durumunda olması önemli ölçüde üyelerinin halihazırdaki belirlenme yönteminden kaynaklanmaktadır.
Taslakta öngörüldüğü şekilde Anayasa Mahkemesi'ne 'bireysel başvuru' yolunun açılması da ancak bu şartlarda anlamlı olabilir. Şüphesiz Anayasa Mahkemesi'ni kısmen 'demokratikleştirmek' bireysel başvuru yolunun etkin olması için tek başına yeterli değildir. Bunun için Mahkeme'ye hakim olan 'devletçi' zihniyetin de zamanla değişmesinin sağlanması da gerekir.
İçerdiği diğer değişiklik önerileriyle birlikte bu paketin Türkiye için 'hayırlı' olacağına şüphe yok. Mesele şu ki, muhalefetin bu değişikliklere destek verme ihtimali pek kuvvetli değildir.
Kaynak: Star