Bush'un son günlerinde ABD nüfuzunun görülmemiş derecede azalması, ülkenin düşmanları için fırsat kapısına dönüştü. İran, Rusya, Kuzey Kore ve Latin Amerika bu zayıflıktan avantaj sağlamanın yollarını ararken, Kaide de şiddet eylemlerini sürdürmek yönünde cesaret topluyor
ABD yönetimleri genellikle, görev süreleri dolmaya yaklaşırken geçici bir uluslararası nüfuz kaybının sıkıntısını yaşar. Fakat Washington'ın küresel prestijinin ve etkisinin, George W. Bush'un sekiz yıllık yönetiminin son günlerindeki kadar düşük seviyeye indiği ender görülmüştür. Bu zayıflama ABD'nin dostları için bir endişe kaynağı - ve hem bu düzeydeki bir zayıflıktan faydalanmayı ve hem de bunu sürekli hale getirmeyi uman düşmanları açısından da tehlikeli bir fırsat teşkil ediyor.
ABD'nin tetiklediği ekonomik kriz, Amerikan kırılganlığına dair düşmanca algıları güçlendirdi. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad kısa süre önce neşeli bir biçimde, vatandaşlarını küresel bir gücün yere çakılış seslerini dinlemeye çağırdı. Ruhani lider Ayetullah Ali Hameney'in üst düzey danışmanlarından Ali Ekber Natık Nuri bir vaazında, Bush'un İsrail'in İran'a düzenleyeceği bir saldırıyı desteklemeyi reddettiğine dair haberlerin, başarısız olan Amerikan iradesinin bir başka göstergesi olduğunu söyledi.
Putin hiç vakit kaybetmedi
Natık Nuri, Washington'ın 'geri çekilmesi'nin, İsrail'e yönelik genel ABD ve Avrupa desteğinin azalışını gösterdiğini savunup "Görünüşe göre İsrail son kullanma tarihine yaklaşıyor ve artık Batı'nın işine yaramıyor -ve Batı İsrail'i yıkıma maruz bırakmak için bir plan üzerinde işbirliği yapıyor gibi görünüyor" dedi.
Washington'dan bakıldığında, olayların bu şekilde yorumlanması açıkça saçmalık. Bununla birlikte, Tahran'daki üst düzey bir rejim üyesinin, İsrail'i yok etmeye yönelik bir girişimin Batılı güçlerin daha az direnişiyle karşılaşacağına inanması da son derece endişe verici.
Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Moskova'nın büyük güç statüsünü yeniden ortaya koyma girişimiyle, Bush'un son günlerinde yaşadığı sorunlardan saldırganca istifade ediyor. Yorumcular, Rusya'nın Gürcistan'ı işgal etmesinin kısmen, Bush'un güçlü tepki vermeye isteksiz olacağına veya bunu yapamayacağına dair hesaplardan kaynaklandığını düşünüyor ki, bu hesaplar sonraki gelişmelere bakıldığında haklı çıktı.
Rusya başbakanı şimdilerde Ukrayna'yı tehdit ediyor gibi görünüyor; Putin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko'yu Gürcistan'a yardım etmek için silah ve askeri personel göndermekle suçladı. Putin geçen hafta, "İnsanlar ve askeri sistemler Rus askerlerini öldürmek için kullanılırsa, bu bir suç teşkil eder" dedi.
ABD'de Cumhuriyetçi başkan adayı John McCain Putin'in, Ukrayna'nın Kırım bölgesindeki etnik Rus nüfusu Kiev'den ayrılmaları yönünde cesaretlendirdiğina dair uyarıda bulunuyor. Fakat ABD şu an daha ziyade bir izleyici konumunda.
Bu arada Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, finansal krizin uzun vadeli stratejik sonuçlarına dikkat çekip "Bir ekonominin ve bir ülkenin hâkim güç olduğu dönem sonsuza kadar bitti" diyor.
Amerikalılar nezdinde Medvedev'in sözleri rahatsız edici bir biçimde, Amerikan müttefiki gibi görünen Almanya'nın dışişleri bakanı Steinbrueck'in söylediklerini hatırlatıyor. Steinbrueck, 'ABD'nin dünya finans sistemindeki süpergüç statüsünü kaybedeceği' öngörüsünde bulunmuştu. 'Schadenfreude'nin (bir başkasının içine düştüğü zor durumdan zevk almak) nihayetinde Almanca bir sözcük olduğu Amerikalılara hatırlatılmış oldu...
Bazıları ABD'nin sorunlarından daha kısa vadeli avantajlar elde etme peşinde. Kuzey Kore daha elverişli bir nükleer silahsızlanma anlaşması için yeni ve mümkünse Demokrat bir yönetim beklentisi içinde olabilir.
Tarafların benzer düşünceleri, Ortadoğu barış sürecinin de durmasına yol açtı.
Fakat Amerika'nın -ve müttefiklerinin- Afganistan'da kazanma iradesine ve ABD'nin Irak'tan ne zaman çıkacağına yönelik belirsizlik, İslamabad, Kâbil ve Bağdat'ın daha uzun vadeli siyasi hesaplarını etkiliyor. Bu durum Taliban ve Kaide'yi tırmanan şiddet kampanyaları konusunda cesaretlendiriyor olabilir.
Onlar da gazete okuyor ve internete giriyor. Ve ABD'nin maddi imkânları zaten zorlanırken, pek çok Amerikalı seçmen gibi onlar da, yeni bir yönetimin iki popüler olmayan savaşı sürdürmek için gereken on milyarlarca doları karşılayıp karşılayamayacağını merak ediyorlar.
Amerika'nın arka bahçesinde Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez gibi ideolojik düşmanlar, tarihsel olarak ABD hâkimiyeti altında bulunan bir bölgede kalıcı güç değişimi yaşanmasını umuyorlar. Chavez kısa süre önceki Brezilya ziyaretinde, "Dünya bu krizden sonra hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkması gerekiyor ve bu çok kutuplu bir dünya olacak. Ölüm vagonundan ayrılıyoruz."
Chavez'in ev sahibi Luiz Inacio Lula da Silva da acı bir biçimde, Washington'ın Latin Amerika'ya ekonomisini nasıl düzelteceğini anlatmak için yıllar harcadığından ve sonrasında kendi verdiği öğütleri göz ardı ettiğinden yakındı.
Holbrooke hâlâ umutlu
Bütün kısa vadeli ve stratejik zayıflıklarına rağmen, Amerikan gücü için ölüm ilanı vermeye başlamak da aptalca olur. Bosna barışının mimarı Richard Holbrooke Foreign Affairs dergisinde şöyle yazıyor: "Bir sonraki başkana, en azından 2. Dünya Savaşı'nın sonundan
bu yana iktidara gelen öncüllerinin hepsine göre, çok daha zorlu bir uluslararası sorun listesi miras kalacak."
Fakat bir Obama yönetiminde dışişleri bakanı olabileceği söylenen Holbrooke, mevcut sorunların bir bütün olarak ele alınması gerektiği uyarısında bulunuyor ve ABD'nin hırsının azalmadığını ima ediyor. Holbrooke'a göre bir sonraki başkan, 'hâlâ en güçlü; dinamik ve giderek daha çeşitli hale gelen nüfusu sayesinde zengin, dünyaya yeniden ilham verebilecek, onu harekete geçirebilecek ve liderlik edebilecek, bunları da yapması gereken bir ulusu miras alacak'.
Kaynak: Radikal