İstanbul büyük burjuvazisinin örgütü TÜSİAD, 1990-2000 döneminde, geçmiştekine kıyasla çok farklı bir çizgi izledi. TÜSİAD, değişim ve demokratikleşme taleplerinin bu dönemdeki sözcülerinden biri oldu.
Sakıp Sabancı liderliğindeki TÜSİAD, o yıllarda ‘Kürt Raporu’yla (Profesör Doğu Ergil’e hazırlatılan Kürt raporu, sorunun ‘barışçı’ çözümünden yana bir eğilimi yansıtıyordu. Güneydoğu’daki insan hakları ihlallerini eleştiriyor ve ‘siyasi çözüm’ istiyordu), ‘yeni anayasa’ hazırlığıyla, demokratikleşme konusunda yaptığı çağrılarla dikkat çekiyordu...
Bu yüzden Alparslan Türkeş, Sakıp Sabancı’yı, ‘çizmeyi aşma Sakıp Ağa’ diyerek uyarmıştı. TÜSİAD’a ‘demokratikleşme raporu’ hazırlayan Profesör Bülent Tanör, dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü (Ergenekon davası sanığı) Profesör Kemal Alemdaroğlu’nun saldırısına uğramış, üniversiteyi terk etmek zorunda bırakılmıştı.
2002 seçimlerine gidilirken, TÜSİAD, geçmiş iktidarlardan memnun değildi. TÜSİAD, ANAP-DYP-CHP-MHP’nin içinde yer aldığı çeşitli iktidar kombinasyonlarının yol açtığı sonuçlardan hoşlanmamıştı. Bu iktidar kombinasyonlarının tutuculuğuna tepki gösteren TÜSİAD, özellikle de Avrupa Birliği konusunda çok istekli bir tutum sergiliyordu. (TÜSİAD’ın memnuniyetsizliğinin tek nedeni demokrasi konusundaki algı farkı değildi, ama görünürdeki en belirgin fark buydu.) Türkiye açısından tipik sayılabilecek bir paradoksla karşı karşıyaydık yani: Büyük patronlar bazı alanlarda merkez partilerinden daha ‘solda’ duruyordu.
AK Parti, 2002 erken seçimlerinde iktidar adayı olarak ortaya çıktığında şöyle bir tablo vardı: TÜSİAD daha önceki iktidarların ekonomik ve siyasi konularda yarattıkları krizler nedeniyle, iktidar değişikliğine razı bir tavır sergiliyordu.
İsmail Cem liderliğindeki Yeni Parti’ye yönelik bir eğilim olduysa da, bu eğilimden sonuç çıkmayacağı fark edildi. Çeşitli seçenekler üzerinde düşünülürken AK Parti iktidara geldi...
***
AK Parti’nin tek başına çoğunluğu elde etmesi, iş dünyasında ikili bir etki yaptı. Tek parti iktidarının ekonomik istikrar anlamına geleceğini düşünenler oldu. Diğer taraftan, yeni hükümet, TÜSİAD üyelerinin büyük çoğunluğundan değişik kültürel geleneklere sahipti. AK Parti’nin dayandığı sınıfsal zemin, diğer partilerden farklıydı. Yaşam tarzları, alışkanlıkları, üslupları değişikti. TÜSİAD ile AK Parti arasında bir sınıfsal soğukluk ve tereddüt gözlemleniyordu.
İlk dönem, karşılıklı güç denemeleriyle geçti. AK Parti’nin Avrupa Birliği ipine sarılması burjuvazinin endişelerini azaltan bir faktördü. Çıkarılan ‘Avrupa’ya Uyum Yasaları’, TÜSİAD tarafından desteklendi. ‘Uyum dönemi’ olarak adlandırılabilecek bir süreç yaşandı.
Diğer bir yandan da şikayetler ve rahatsızlıklar gelişiyordu. Devlet ihaleleri konusunda, AK Parti’nin kendi yandaşlarını kolladığına ilişkin itirazlar yaygınlaşıyordu.
AB müzakere sürecinde de, İstanbul burjuvazisi içinde farklı eğilimler ortaya çıktı. Koç grubu AB üyeliğine daha uzak duruyor, Sabancı grubu daha istekli görünüyordu. Ama bu farklılık zaman içinde azaldı. Koç grubu, AB’ye uyum sağlayacak yaklaşımlar içine girerek bu noktadaki pozisyonunu değiştirdi.
***
Cumhurbaşkanlığı seçimi kritik bir dönüm noktası oldu. Cumhurbaşkanlığının AK Partili bir isme geçme olasılığı, orduda, yargıda, medyada, muhalefet partilerinde bir hareketlenmeye neden oldu. ‘Geleneksel İstanbul burjuvazisi’ de, AK Parti’nin cumhurbaşkanlığı konusunda geri adım atarak uzlaşmacı bir yol izlemesini istedi. Burjuvazi ile AK Parti arasındaki gerilim tırmandı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminden bir süre sonra, hükümet-medya polemiği dikkat çekti. Doğan Medya Grubu’na yönelik sıkıştırma süreci içinde, İstanbul burjuvazisi içindeki tepkiler yükseldi, gerilim arttı. Koç grubunun memnuniyetsizliği belirgin şekilde dillendirdiğinden söz edildi.
TÜSİAD’ın demokrasi konusundaki yaklaşımının (yeni başkan Ümit Boyner’in çıkışları eski olumlu günlere dönüş mesajı verse de) son yıllarda bir gerileme içine girdiğinden söz edilebilir. 1990-2000 döneminde demokrasi konusunda daha duyarlı olan TÜSİAD, sesini eskisi kadar yükseltmiyor. Demokrasi konusundaki atılganlığından çok uzaklaşmakla birlikte muhalefet partilerine oranla daha olumlu bir noktada duran bir TÜSİAD’la karşı karşıyayız... TÜSİAD’ın, Kürt sorunu başta olmak üzere birçok kritik alanda, 90’lı yıllardaki muhalefetini yürütmediğini görüyoruz.
***
AK Parti’nin kendisine yakın burjuva çevrelerini kollayarak, kendi gücünü tahkim etmeye çalıştığı yönündeki algı son dönemde yaygınlık kazanıyor. Sabah-ATV yayın grubunun el değiştirmesi ve AKP’ye yakın olarak bilinen bir işadamına geçmesi bir dönüm noktasıydı. Bunu başka ihale tercihleri izledi. ‘Anadolu burjuvazisi’nin gücü konusunda abartılı söylentiler oluştu.
Tüm söylenenlere rağmen, iktidar partisinin hala asıl dayanağının ve omurgasının büyümek isteyen orta ölçekli burjuvazi olduğu söylenebilir.’ Geleneksel İstanbul burjuvazisi’ içinde de, çok kuvvetli olmamakla birlikte, AKP’ye yakın duran bir grup oluşmuş durumda. Burjuvazinin en büyükleri ile AKP arasındaki mesafe ise çok azalmış değil. Karşılıklı güvensizlik bir oranda sürüyor.
Sonuç olarak, AK Parti ile TÜSİAD’ın ilişkisi inişli çıkışlı bir seyir izliyor. İstanbul büyük burjuvazisi AK Parti’yi hiçbir zaman tam olarak benimsemedi. AK Parti de onları... Ancak, ülkemizin önemli bir enerji merkezi olan İstanbul büyük burjuvazisi, doğal olarak hükümetle yoğun bir etkileşim içinde. AK Parti onları etkilerken, onlar da AK Parti’yi etkilemeye devam ediyorlar.
Kaynak: Radikal