AK Parti hükümetinin dış politikada altını çizdiği 'başarı', "Bölgede inisiyatif aldığımız" yolundaki iddiadır. Bu konuda elbette önemli başarılar sağlandı, ama stratejik yönüyle atılan söz konusu adımların büyük bir bölümünün BOP çerçevesinde düşünüldüğü göz ardı edilemez. Başbakan Erdoğan açık bir biçimde "Biz BOP'un eş başkanlığını yapıyoruz, bizim bu projeyi hayata geçirme gibi bir görevimiz ve misyonumuz var" demiştir ki, Türkiye'de yükselmekte olan ulusalcı dalganın öne çıkardığı öfkeyi bundan bağımsız düşünemeyiz. "BOP'a karşı çıkmak" ile "ulusalcı olmak veya ulusalcılarla bir safta yer almak" aynı şeyler değildir; bu retorik basit bir propagandadır.
BOP'un içinde Türkiye'nin de yer aldığı 22 İslam ülkesinde rejim ve siyasi harita değişikliğini ön gördüğünü kimse görmezlikten gelemez; yayınlanan haritalar bunun psikolojik ön hazırlığından başka bir şey değildir. Irak, Lübnan, Filistin paramparça ediliyor; sırada Suriye, İran ve diğer ülkeler var. Afganistan, Sudan ve Somali'nin trajik durumu ortada. Türkiye de bu kapsam içinde. BOP kesin olarak İslam dünyasının parça parça bölünmesini ve hiçbir parçasının İsrail'den daha büyük ve daha güçlü olmamasını hedeflemektedir. Amerika, bölgede İsrail'den daha muktedir hiçbir Müslüman topluluğu istemiyor, elinde kılıç tezgahın üzerine serdiği atlas kumaşı canı istediği gibi parçalara ayırıyor. Böyle iken AK Parti iktidarı nasıl kendini BOP'la ilişkilendirebilir, bunu seçmen kitlesinin ve iki üç nesildir kendini bu davaya adamış samimi mü'minlerin kendi vicdanlarında bu soruya cevap araması lazım.
Hafızamızı tazeleyelim: 1 Mart 2003 tezkeresi tartışmaları sırasında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, açıkça "Bu hükümetin bu tezkereyi geçirme gibi bir misyonu var" demişti. 1 Mart tezkeresi, sanıldığının aksine Türk askerinin Irak'a girişini öngörmüyor, sadece 65 bin Amerikan askerinin Türkiye'nin Güneydoğusu'na yerleşmesini öngörüyordu ki, bu başımıza gelebilecek en büyük felaketti. Dış basında Amerika'nın sadece askerlerini Türkiye'ye konuşlandırmak istediği, Türk askerinin Irak'a girmesinin asla söz konusu olmadığı yazıldı çizildi. Türk medyası ise halkı doğru dürüst bilgilendirmedi.
Tezkerenin geçmemesi Türkiye'ye bölgede ve dünyada büyük bir itibar kazandırdı, ama herkes biliyor ki, 1 Mart tezkeresi Başbakan'a, hükümete ve Amerikan Neoconların hükümet içindeki acenteleri misyonuyla faaliyet gösteren danışmanların oluşturduğu politbüroya rağmen geçmemiştir. Eğer hükümete kalsaydı itibarımız sıfıra müncer olur, ülkemiz de felakete düşerdi. Neoconların Türkiye için hangi felaket senaryolarını yazdıklarını son Hudson Enstitüsü'nün skandal toplantısı ortaya koymuş bulunmaktadır.
Hükümetin en yüksek düzeydeki elemanları "Biz çok boyutlu bir dış politika izliyoruz, çok eksenli politika izlemiyoruz, bizim tek eksenimiz var, o da AB üyelik sürecidir" demişlerdir ki, bu, yeterince Türkiye'nin Ortadoğu'da ve Afrika'da hangi amaçlarla girişimlerde bulunduğunu gösteriyor. Mısır'da girişilen faaliyetlerin birinci derecedeki amacı, İsrail'in kendi adına ve kendi başına yapamadığı ekonomik faaliyetleri Türk şirketleri üzerinden yapması, böylelikle Afrika'ya açılmasını sağlamaktır. Orada faaliyet gösteren ve Mısır hükümeti tarafından önemli avantajlarla desteklenen Türk firmaları, üretimde kullanacakları hammaddenin asgari yüzde 12'sini İsrail'den veya İsrailli bir firma üzerinden almak ve yine ürettikleri malları Amerikalı firmalar aracılığıyla ihraç etmek zorundadırlar, aksi halde orada faaliyet göstermeleri mümkün değildir.
Bu hükümet ve stratejistleri Türkiye'yi "basit bir kanat ülke", üzerinden gelip geçilen, çiğnenen "bir köprü" ve zavallı "bir hamal" olarak algılamış, bize bu misyonu uygun görmüşlerdir. "Biz küresel güç olması gereken Avrupa'yı Ortadoğu'ya, Asya'ya, Türki cumhuriyetlere, İslam dünyasına taşıyacağız" demek gurur kırıcıdır, vizyon körlüğüdür.
Yasal Uyarı: Dünya Bülteni haber portalında yayımlanan yazarlarımıza ait makaleleri, site yönetiminin izni olmadan kopyalamak veya yeniden yayınlamak yasaktır.