PKK'nın Aktütün saldırısından bu yana AK Parti yönetiminde dikkat çekici bir değişim yaşanıyor. 22 Temmuz seçimlerinden önce 'AKP ne yapar' sorusunu sorarken, göre şöyle bir değerlendirmede bulunmuştum: AKP'nin önündeki sorun devletleştirilme tehlikesiyle yüz yüze gelmesidir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Güneydoğu gezileri sırasında yaptığı konuşmalar, pompalı tüfek saldırısı konusundaki değerlendirme, AKP'nin yeni bir yola girdiğine ilişkin mesajlar içeriyordu. "Ben, ya sev ya terk et" demedim diyor. Doğru, ancak 'istemeyen gitsin' nasıl yorumlanacak?

Başbakan, "Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan" vurgusu yapıyor ve "Bunu kabul etmeyen gitsin" diyor. Bunu nerede yapıyor, Hakkari'de. Kürtlerin çoğunluğu kendilerini ayrı bir millet olarak düşünüyorlar. Ayrı bir dilleri ve ayrı bir tarihleri olduğu da gerçek.

Kürtlerin çoğunluğu, kendilerini ayrı bir millet olarak tarif ederken, Türkiye'nin birliğini savunuyorlar ve bu ülkede birlikte yaşamaktan yana olduklarını ifade ediyorlar. Diyelim ki, bazı Kürtler de 'Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan' sloganını doğru bulmuyorlar, bunun Türk milliyetçiliğini sembolize ettiğini düşünüyorlar. Bunların kendi topraklarını terk edip başka bir ülkeye mi gitmeleri gerekiyor? Bunun da 'ya sev ya terk et' mantığına yakın bir mantık olduğu söylenemez mi?

Bütün bu tartışmaların ardından, bu yönelimin ardından Dengir Mir Mehmet Fırat'ın ikinci adamlık görevinden alınarak, onun yerine Abdülkadir Aksu'nun getirilmesi anlamlı değil mi? İlk gün Kılıçdaroğlu güzellemeleriyle geçse de, görünen o ki Dengir Fırat'ın tasfiye edilmesi anlamlı bir siyasi operasyondur.

Bu siyasi operasyonun arkasında Güneydoğu'da değişen AKP siyasetlerinin yattığı anlaşılıyor. Fırat, ortalığını yumuşatmak amaçlı olduğu izlenimi veren bir görüşme yapmıştı. Ahmet Türk ve bazı DTP'li yöneticilerle görüştüğü ortaya çıkmıştı.

Fırat'ın 'Kürt sorunu'nun çözümünde, demokratik açılımlardan yana olduğu herkes tarafından bilinir. Görünen o ki, Başbakan'ın son dönemde Güneydoğu'ya ilişkin değişen tutumu, bu çatlağın asıl nedeni.

Abdülkadir Aksu bildiğimiz bir siyasetçi. Daha önce de devletin 'güvenilir'
bürokratıydı. 12 Eylül sonrası dönemin 25 yıldır neredeyse değişmeyen İçişleri Bakanıydı. Hrant Dink cinayetinde de, birçok kritik cinayette de hep aynı koltuktaydı.

Bu görev değişikliği, bir tesadüf değildir. Çok anlamlıdır ve mesaj ortadadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu değişiklikle nereye doğru yürüyeceklerine ilişkin bir tutum ortaya koymuştur. Bu AK Parti'nin devletleştirilmesi yönünde atılmış dikkat çekici bir adımdır.

Başbakan bu çizgisiyle ve bu tercihleriyle bazı saptamalara göre partisini 'merkez'e doğru çekmek için ciddi bir tercihte bulunmuştur. Ancak bu 'merkez' nedir? İşte sorun burada.

Bu merkez denen yer, 'statüko'dur. Bu merkez, 25 yıldır 'Kürt sorunu'nu asayiş sorununa hapsetmek isteyen siyasetin adıdır. Bu 'merkez' çözülmesi gereken bütün sorunları 'olmaz' diyerek kilitleyen yerin adıdır.

AKP, 'değişim' sloganıyla ve 'demokratikleşme' vaatleriyle seçmenin desteğini kazandı. O bir 'çevre' gücü olduğu yönündeki imajıyla demokrasi isteyen kesimlerden de destek alabildi. 22 Temmuz seçimleri 27 Nisan askeri muhtırasının gölgesinde yapıldığı için AKP 'mağdur' görünümüyle önemli bir seçmen desteğini sağladı. 'Merkez'de olmadığı için toplumun gözünde değişik bir itibarı vardı.

Şimdi AK Parti ve lideri Erdoğan bir eğik düzlem içindedir. Dengir Mir Fırat'ın yerine Abdülkadir Aksu'nun tercih edilmesi, bir yönelimi ifade ediyor. Bunun ne olduğunu anlamak da o kadar zor değildir.

Tabii, bu gelişme AK Parti için bir 'düşüş' olduğu gibi, Türkiye için de olumsuz bir yönelimi ifade ediyor.

Türkiye 'statüko'nun kollarına bu kez de AKP tarafından teslim ediliyor.
Tarih tabii ki bir tekrardan ibaret değil. Kürtlerin kimliklerine ilişkin kültürel talepleri artık geri dönülemez ölçüde meşruluk taşıyor. Bir kez daha inkâr üzerinden siyaset üretmek mümkün görünmüyor. Dünyanın bu kadar büyük bir değişim geçirdiği koşullarda, bir halkın dilini yasaklamanın önüne geçilemeyeceğini göreceğiz.

Ancak bütün bu gerçekliğe rağmen AKP 40 yıldır gördüğümüz iktidar partisi sendromunun benzerini yaşıyor.
Adım adım 'devletleştiriliyor'...
Umarım, yanılırız...

Kaynak: Radikal