İran ve İngiltere arasındaki esir askerler krizi, olayın başlanıç tarihinden askerlerin salıverilmesine ve sonraki gelişmelere kadar izlediği seyir açısından postmodern çağın ruhuna uygun tam bir propaganda savaşıydı. Bu savaşın mağlûbu İngiltere, gâlibi İran oldu. Ahmedi Necat Tony Blair’in kalesine enfes bir gol attı.

Esir askerler krizinin spontane gelişmediği kanısındayız. İran, Amerika-İngiltere-İsrail üçlüsünün her kol bükme haraketine kendi usûlünce cevap veriyor. Bu bazen Lübnan’da bazen Irak’ta ve bazen de Körfez sularında oluyor...

ABD ve İngiltere İran’ı Irak’ın içişlerine karışmakla, direnişçilere silah ve cephâne temin edip onları eğitmekle itham ediyordu. Bu gerekçeyle de Irak’ın Erbil şehrinde devrim muhafızı komutanları oldukları iddiasıyla beş İranlı diplomatı tutuklamıştı. Bu olayla esir asker krizi arasında bağ olduğunu ve bununla ilgili şimdilik gizli tutulsa da birtakım müzâkerelerin yapıldığını düşünüyorum.

Olayın kapalı kapılar arkasında cerayan eden boyutlarını öğrenmemiz için zamana ihtiyacımız var. Ancak bunun için kimilerinin iddia ettiği gibi İngiltere’nin arşivlerini açmasını, yani 30 yıl beklememiz gerektiğini düşünmüyorum. Zaten serbest bırakılan askerler şimdiden anılarını gazetelere satmaya başladılar bile.

Bugün, bu krizle alakalı nazarıma takılan bazı hususları sizinle paylaşmak istiyorum. Özetle şöyle sıralayaym: 

Birincisi, bu kriz, son haftaların adından en çok sözedilen filmi “300 Spartalı”ya şık bir İran çalımı mâhiyetindedir.  Propaganda savaşı amacıyla üretildiği kuşkusuz olan bu film, özelde İranlıları genelde de Müslümanları şeytanlaştırmak için hem tarihî gerçekleri çarpıtmış hem de teknolojiyi ustaca kullanarak çarpıtılmış tarih üzerinden hurafe düşman üretmeyi amaçlamıştır.  Hedef, Amerika’nın küresel işgaline lojistik destek sunmak ve seyircilerin zihinlerine güncelle alakalı mesaj yollamaktır: Özgür Batı barbar ve kölelik taraftarı Doğululara karşı...

Film, 2500 yıl önce İranlıların siyahî vahşiler olduğunu, o dönemde Müslüman sarığı giydiklerini, oğlancı olduklarını, sömürgeci emellerle başka dünyaları köleleştirmeye çıktıklarını anlatıyor. Pers İmparatorluğu’nun dev ordusunu “akıllı, özgür ve cesur yürek 300 Spartalı”dize getiriyor. Tâ ki ihanete uğrayana kadar.

Ama bu esir asker krizi bu filmin vermeye çalıştığı mesajın efsununu bozdu. Şöyle ki, İngiliz askerlerinin esir alındığı bölge Amerika’nın dişine kadar en sofistike silahlarla donanımlı gemilerinin her ân İran’ı vurmak için alarmda beklediği bir yer. Binlerce personelli Stennis ve USS Dwight D. Eisenhower uçak gemileri orada konuşlandırılmış. Hem Körfez ülkelerinde bulundurduğu askerî üsler, hem İşgal altında tuttuğu Irak ve Afganistan’daki askerî üsler, filmdeki Pers İmparatorluğu’nun ordusunu çağrıştırıyor. Ve bu ordu filmdeki Pers askerlerine rahmet okutur cinsten nükleer katliamlar kusuyor.

Çağın dehşet saçan en büyük ordusuna sahip ABD ve İngiltere karşısında bağımsızlığını, egemenlik sahasını cesaret ve özgürlük duygularıyla korumaya çalışan İran, kimin kimin kapısına dayandığını gösterdi.

Sonra da esir askerleri; insanlık namına, âlemlere rahmet Hz. Peygamber’in doğum günü münasebetiyle, Hıristiyanların Hz. İsa’nın öldükten sonra tekrar hayata döndüğüne inandıkları Paskalya gününü kutlamalarına binâen salıvermesi 300 Spartalı’nın “barbar” mesajını alt-üst etti.    

İkincisi, Batılı ülkeler Fransa örneğinde olduğu gibi alenen İran’ı uyardılar ve derhal İngiliz esirlerin serbet bırakılmasını istediler. Bu tarafgir çıkışlar altı çizilmesi gereken bir diğer mânidar husustu. Zira İngiliz askerlerin hata yapıp yapmadıklarını bile sorgulamadan İngiliz iddialarına tam destek vermeleri çok şey anlatmaktadır.

Üçüncüsü, Batılı ülkelerin İran’ı hizaya getirme tehditleri karşısında dünya halkları genel anlamda İran’ın sergilediği ince politikaya sempatiyle yaklaştı, içten içe destek verdi. İslâm coğrafyasında ise bu sempati hayli yüksekti. Bunu sadece mütedeyyin câmiada değil, tüm kesimlerde gözlemlemek mümkündü.

Bu da bana 98 Dünya Kupası maçlarını hatırlattı. İran Amerika futbol maçını hatırlar mısınız? Politik arenada çarpışan bu iki devletin yeşil sahadaki mücadelesine tanıklık etmiştik. Neredeyse tüm Türkiye İran Milli Takımı’nı tutuyordu. Amerika’yı 2-1 yenen İran’ın zaferi bizde de coşkuyla karşılanmış, başta Hürriyet gazetesi olmak üzere tüm basınımız bu sevince ortak olmuştu. Ülkedeki bilinç altı şuur bütün politik ve ideolojik angajmanlara rağmen tecelli etmişti.

Son söz olarak şunu söyleyelim: İngilizler, diplomasi oyununda şeytana pabucunu ters giydirecek zekaya sahiptirler. Ama esir askerlerin ülkelerine döndükten sonra ağız değiştirmeleri, bu sefer kendilerini rezil etmekten başka bir işe yaramadı.