Batı'nın 'dünyanın vicdanındaki yara' olan Afrika'ya yardım sözü hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Son istatistikler, Sahraaltı Afrikası'nda yoksulluğun yayıldığını, yardımlardan sadece zenginlerin yararlandığını ortaya koydu. 'Yardım', 'terörle savaş' stratejisinin aracına dönüştü
11 Eylül 2001'deki korkunç saldırıların ertesinde, eski Britanya Başbakanı Tony Blair'in Afrika'daki yoksulluğu 'dünyanın vicdanındaki yara' diye nitelemesi, pek çok kişide Batı'nın daha istikrarlı bir dünya yaratmak amacıyla kitlesel yoksulluk ve adaletsizlik konularını uluslararası gündemin tepesine çıkaracağı inancı uyandırdı.
Bu hafta gelen haberlerse bunun boş bir umut olduğunu doğruluyor. Sahraaltı Afrikası'nda tek bir ülke bile, yoksulluğu azaltmak için BM milenyum kalkınma hedeflerinde belirtilen kıstasları yerine getirmedi. Bazı gözlemcilere göre yoksul sayısı ve yoksulluğun yoğunluğu neredeyse tüm ülkelerde artıyor.
Gerçekte, yeni süper zengin sınıflar yaratılmasına neşeyle nezaret eden Batılı hükümetlerin, Afrikalı liderleri kaynakları açgözlü ulusal seçkinlerden ziyade yoksullara doğru kaydıracak politikalar izlemeye zorlayacak önemli bir etkinlikte bulunma olasılığı hiç varolmadı.
Devrimci liderlere ihtiyaç var
Batı'nın Afrika'ya, Dünya Bankası ve IMF'nin dayattığı neoliberalizmden sapma izni vermesi de muhtemel değildi. Bu politikalar seçkinlerin refahını artırdı ve birkaç ülkede ekonomik büyüme yarattı ama 20 yıl boyunca sadece, yüz milyonları etkileyen sefaleti azaltmakta başarısız oldukları kanıtlandı.
Pek çok yanlış başlangıçtan sonra 2000 yılında büyük tantanayla girişilen milenyum kalkınma projesi nihai kalkınma akiti olacaktı; bu, yoksulluğun yol açtığı tahribatı 2015'e dek azaltacak bir plandı. Oysa şimdi yerlerde sürünüyor. Aşırı yoksulluktan kurtarılan insanların oranı yılda yüzde 1'den az; bu da Afrika'nın BM'nın koyduğu hedefleri tutturmasının 100 yıl alacağı uyarısında bulunan müzisyen Bono'yu bile iyimser biri yapıyor.
Öte yandan, Afrika'daki her gecekondu mahallesinin yanında hayal edilemeyecek derecede zengin insanların kaleleri var. Baskıcı güvenlik sistemleriyle de olsa, güçlükleri geçiştirmek için sınırsız yetkileri olduğu inancının kıta genelinde hüküm sürmesi yüzünden, iktidarı ellerinde bulunduranların yatırımları kendilerine değil de çok yoksullara yöneltmesi için pek az neden var. Ancak yoksullar böylesi bir acımasızlığa hep müsamaha göstermiyor. Pek çok yerde minik ayaklanmalar patlak veriyor. Mesela Kenya'da onbinlerce izleyeni olan ve gevşekçe sömürgeci Britanya yönetimine karşı 1950'li yıllarda mücadele eden Mau Mau Özgürlük Hareketi'ni model alan Mungiki tarikatı, toprakların yeniden tahsisi ve geleneksel değerlere dönüş için bastırıyor. Koruma faaliyetleriyle para toplayan bu tarikat geçtiğimiz iki ay içinde bir düzineden fazla polisi öldürüp, 20 sivilin başını kestikten sonra bazılarının kellelerini hükümet binalarının karşısına yerleştirdi.
G8 ülkelerinin onayladığı planlar yoksulluğu bitirmeyecek. Afrika'nın ihtiyaç duyduğu şey, hem seçkinlere hem de izledikleri siyaseti sadece insanlığın çıkarı adına değil, güvenlik ve istikrar adına da değiştirmeleri için uluslararası ortaklara baskı yapabilecek düzeyde desteğe sahip, güçlü ve devrimci liderler. Ancak böylesi liderlerin seçilmesi neredeyse imkânsız bir durum.
11 Eylül'ün gölgesinde, yardım terör karşıtı stratejinin bir aracına dönüşüyor.
Bu ABD ve Britanya'nın, teröre karşı savaşta ortak konumundaki hükümetlerin savaşlarını ve insan hakları ihlallerini desteklemeye hazır olması demek; kısa süre önce buna, Etiyopya başkentini bombalayan Somali'yi işgal edip, ABD ve Britanya'nın desteğiyle kukla bir rejim oturttuğunda tanık olduk. Uganda da kuzeydeki vatandaşlarına karşı korkunç insan hakları ihlallerinde bulundu. Bu suçların hiçbiri kendilerini medenileştirme görevine girişmiş gösteren, köklü insani değerlere vâkıf Batılı liderlerin dikkatini çekmedi.
Sonuçta, sadece Afrika'nın kendi liderleri ve halkı kıtanın en acılı çilesinin üzerine gidebilir. Yardım verenlerin oynayacağı ufak ama hayati bir rol var ve bu role Afrika'nın her şeyden çok, kendi politikalarını biçimlendireceği bir manevra alanına ihtiyaç duyduğunu kabullenmek de dahil. Bu politikaların ayrıntılarını belirlemek için yardım verenlerin yaklaşımlarını değiştirmesi gerek ve işe halkı esas alarak başlanmalı. Aksi söylemlere rağmen Afrika'nın sesi nadiren duyuluyor. Yardım verenlerin kulaklarına giden liderlerin açıklamaları, halkın ıstırap ve umutları değil.
Serbest pazara tavır almak şart
Yeni Britanya Başbakanı Gordon Brown bir fark yaratabilir mi? Blair'in verdiği ve ihanet ettiği onca sözden sonra kimse halefi için fazla heyecanlanmak istemiyor. Fakat Brown hemen yardım ve ticaretten sorumlu birimleri birleştirmek için harekete geçti; bu, söz konusu iki can alıcı alanda ihtiyaç duyulan sinerjiyi sağlar. Ayrıca Afrika Bakanlığı'na Mark Malloch Brown'u getirdi. Bu eski BM Genel Sekreter Yardımcısı cesur görüşleri gerçeğe çevirme yeteneğini 2005'te, patronu Kofi Annan'ın yıpranan liderliğini kurtararak ve Bush'un yönetimi altındaki ABD'nin politikasına korkusuzca meydan okuyarak kanıtladı.
Her iki Brown da uluslararası anlaşmazlıkları çözmekte hukukun üstünlüğüne muhtemelen daha sıkı bağlı kalacaklardır ama yoksulların durumunu düzeltmek için iyi işliyor olsa bile serbest piyasaya karşı da tavır koymak zorundalar.
Kaynak: Radikal