Geçen hafta birçok ilginç olaya sahne olan BM Genel Kurulu eşi benzeri görülmemiş bir hale gelmiş durumda. BM kürsüsünden siyaset dünyasının gizli oyunlarını deşifre edecek konuşmalar yapıldı. Bu konuşmalar herhangi ülkenin tek yönlü bakış açısını ifade edebilir ancak haklılık payı olduğu da inkâr edilemez.
Genel Kurul'da tüm dünya liderleri eleştirilerini ve önerilerini dünya kamuoyuyla paylaşırken, özellikle üç ülkenin BM Güvenlik Konseyi aleyhine itirazları önem taşıyordu. Bu üç ülkenin başında İran, ardından Venezüella ve nihayet Türkiye vardı. Bu ülkelerin temsilcileri Güvenlik Konseyi'ne karşı tutum sergileyip kurumu adaletsiz kuralların adaletsiz sonucu olarak değerlendirdi.
Liberal ve muhafazakâr güçlerse, bu eleştirel tutumun ve değişim talebinin karşısında bu ülkelere ve özellikle de İran'a karşı sert tavır sergileyerek dünya kamuoyunu İran aleyhine etkilemeye çalıştı. Değişim talep eden İran, Venezüella ve Türki-ye'nin muhatabı dünya kamuoyuydu ve büyük şer güçlerin savaş naralarına karşı adalet ve barıştan yana iradelerini ortaya koydular.
Güvenlik Konseyi'nde değişim şart
BM Genel Kurulu misyonu ve vizyonu itibariyla Güvenlik Konseyi'nin aksine ülkelere diyalog çerçevesinde dünya kamuoyuna seslenme fırsatı sunuyor. Kurulun dönem başkanı olan Libya'nın lideri Muammer Kaddafi açılış konuşmasında küresel ısınma, açlık ve güvenlik olmak üzere konuşulacak maddeleri açıkladı. Bu üç konu kuşkusuz dünyanın önemli sorunlarından, ama bunların esas nedeninin de büyük güçler olduğunu unutmamak lazım.
Afganistan ve Irak felaketinin sebebi kim? Her sorunun arkasında bu güçlerin parmağı var. Aslına bakılırsa dünya kamuoyuna cevap vermesi gereken İran değil onlar. Büyük güçler Genel Kurul'da İran'a karşı cephe yaratmak istiyordu. ABD Başkanı Barack Obama da eski meslektaşları gibi 'yumuşak edebiyat politiği'ne başvurarak Amerika'nın bildik siyasetini dayatmaya çalıştı.
Özgür ve bağımsız ülkeler, değişim sloganıyla gelmiş Obama'dan BM'de adaletsizliğin sembolü olan Güvenlik Konseyi'ni daha eşitlikçi hale getirecek adımlar beklerken, ABD başkanı İran'ı hedef göstererek bu barış ülkesini bir savaş ülkesi gibi lansetmeye çalıştı. İşte o an, beklentilerin boşa çıktığı anlaşıldı.
Saplandığı Irak ve Afganistan batağından dolayı ülkesinde tepkilerle karşılaşan ABD'nin, dünya ve Amerikan kamuoyununun dikkatini başka yerlere çekmek için bu siyasete başvurduğu herkesin malumu. Tüm büyük ülkelerin ve kuklalarının birlik olup, dünya sorunlarını görmezden gelerek İran'ı en büyük sorun olarak gösterdiği ortada. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy-Britanya Başbakanı Gordon Brown-İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu üçlüsünün İran'ı hedef alarak nükleer iradesini sertçe eleştirmesi gelişigüzel bir olay değil; önceden aralarında anlaştıkları belli.
Bu büyük şer güçler varolduğu sürece barış içinde ve silahsız dünya hayali suya düşecek. 50 Arap ülkesinin temsilcileri de İsrail karşısında sustukça Yahudiler yayılmacılığa devam edecek. Maalesef Genel Kurul büyük umutlarla açılmasına rağmen hüsranla bitti ve kazanan şimdilik yine büyük güçler ve hizmetçileri oldu. (İran gazetesi İran, 28 Eylül 2009)
Kaynak: Radikal