Türban yasağını kaldırmaya çalışan AKP'nin, AB üyeliği için gereken diğer reformları ağırdan alması müzakereleri sekteye uğratacak. Türkiye karşıtı Merkel-Sarkozy kampının güçlenmesinin beklendiği 2008-2009'da, Ankara reformları bekletmeyi sürdürürse müzakereler askıya alınabilir

Başörtüsü konusundaki yasakların gevşetilmesine yönelik tartışmalı planlar, Türk hükümeti tarafından daha geniş özgürlüklere yönelik bir adım olarak sunuldu. Ancak AB, geçen yıl müzakere sürecinde yaşanan yavaşlamanın Ankara'nın üyeliğinin akıbetine dair belirsizlik yaratacak düzeye geldiği bir dönemde, Türkiye'nin uzun zamandır bekletilen diğer siyasi reformları bir an önce gerçekleştirmesi gerektiğine inanıyor. AB üyeliği ve ekonomik reform Türk hükümetinin önceliği olmayı sürdürecek. Fakat Türkiye'nin üyeliğine muhalif seslerin güçlenmesi her iki cephedeki ilerlemeyi sekteye uğratabilir.
Geçen ay AKP sağcı MHP'yle anayasayı ve YÖK Yasası'nı değiştirmek konusunda anlaştı. Amaç, kadınların devlet üniversitelerinde İslami başörtüsü giymeleri üzerindeki yasağın kaldırılmasıydı. Yasak, eğitimin diğer düzeylerinde ve devlet dairelerinde devam edecekti.

301, vakıflar ve Kıbrıs...

Mecliste ezici çoğunlukla kabul edilen değişikler, katı laik güçlerle gerilime yol açacak. CHP ve bazı rektörler atılan adımı sertçe kınamakta gecikmedi. CHP değişiklikleri Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini de açıkladı. Ordu ve yüksek adalet kurumu da değişikliklere karşı;
yasağın gevşetilmesinin ülkenin laik siyasetini ve eğitim sistemini zayıflatacağını öne sürüyorlar. Katı laiklik yanlıları AKP'nin İslami kökleri konusunda kuşkulu ve Başbakan Erdoğan'la partisinin İslamcı bir gündemi olduğuna inanıyorlar. Başörtüsü, Türkiye'de epey bölücü bir mesele. Birçok laik Türk başörtüsünü eğitim sisteminde yeri bulunmayan dini bir simge olarak görse de, anketler Türk halkının büyük çoğunluğunun yasağın gevşetilmesini istediğini ortaya koyuyor.

Hükümetin ilan ettiği ana hedeflerden biri AB üyeliğine doğru ilerleme olunca, gerek AKP gerekse MHP başörtüsü yasağının kaldırılması teklifini yurttaşlık ve inanç özgürlüğü meselesi gibi sundu. Ne var ki bu, AB'nin bu hükümete bir an önce hayata geçirmesi çağrısı yaptığı reformlardan sadece biri. Bu durum Avrupa içinde de, AKP'nin müzakerelerine yeni bir ivme kazandırmak için gayret ettiğine yönelik bazı endişeler doğurdu.

Aralık ortasında Avrupa Konseyi, daha önceki AB dışişleri bakanları toplantısından çıkan sonucu teyit etti: Türkiye 2007'de siyasi reform konusunda sınırlı ilerleme kaydettiği için eleştiriliyor ve ifade ve inanç özgürlüğü alanlarında bekletilen reformların daha fazla ertelenmemesi gerektiği uyarısında bulunuluyordu. Türkiye Hırvatistan'la beraber üye adayı sayılsa da, sonuç bildirisinde Türkiye'nin müzakerelerinin nihai hedefi mahiyetinde 'katılıma' veya 'üyeliğe' net atıfta bulunmaktan kaçınıldı. Buna karşılık Türk dışişleri sert açıklamasında, Türkiye'ye sırt çevrilmesinin sadece Türkiye-AB ilişkilerini değil, ikili ilişkileri de (Fransa ve Almanya kast ediliyordu) etkileyeceğini vurguladı. 19 Aralık'ta AB, Türkiye'yle 35 müzakere başlığının ikisini daha açmayı kabul etti. Hırvatistan başlıkların neredeyse yarısını açmışken, Türkiye çok daha yavaş ilerliyor. Müzakerelerin başladığı Ekim 2005'ten beri sadece altı başlık açıldı.

AB, bilhassa reformdan geçirilen Türk Ceza Kanunu'nun 'Türklüğe', Türkiye'ye veya ülke kurumlarına hakareti suç sayan 301. maddesi konusunda kaygılı. Bu madde, gazeteci, yazar ve akademisyenleri, özellikle Kürt meselesi ve Osmanlı Ermenilerinin 1915-17 arasında kitlesel biçimde öldürülmesine dair fikirlerinden dolayı yargılamak için kullanıldı.
Hükümet sorunu şubat ortasına doğru çözme sözü verdi. Maddeye yönelik değişiklik teklifleri 7 Ocak'ta bakanlar kuruluna sunuldu fakat bir yasa teklifi halinde henüz meclise sunulmuş değil. Dahası önerilen değişiklikler AB'nin kabul edebileceği bir ilerleme anlamına da gelmeyebilir, zira sadece 'Türklüğe hakaret' ifadesi 'Türk halkına hakaret', 'cumhuriyete hakaret' ifadesiyse 'Türkiye cumhuriyetine hakaret' olarak değiştiriliyor. Bununla birlikte, 'eleştirel açıklamaları' suç kapsamından çıkaran ayrı bir cümle eklenebilir.
Ayrıca devlet savcılarının bireylere dava açma yetkisinin sınırlandırılması konusunda da tartışmalar var. Hükümet bu tür vakalarda dava açma izni verme yetkisini Adalet Bakanlığı'na devretmekten yana ama Kürt yanlısı DTP yetkinin cumhurbaşkanına verilmesini öneriyor. MHP'yse 301'deki tüm değişikliklere karşı.

İfade özgürlüğü sorununun yanında Kıbrıs meselesi de ilerlemeyi hâlâ engelliyor. Türkiye AB'nin Türk havaalanları ve limanlarının Kıbrıs Rum uçaklarına ve gemilerine açılması talebine direniyor; AB, birlikle kendinden menkul KKTC arasında doğrudan ticaret yasağının sona erdirilmesi için verdiği sözü yerine getirmedikçe tavrını değiştirmeyeceğini söylüyor. Bu durum, AB'nin 35 başlıktan sekizini 2006'da askıya almasıyla sonuçlandı. AB'nin konuyu gözden geçireceği 2009'da Türkiye'ye karşı daha ileri adımlar da atılabilir. Uluslararası toplumsa, 17 Şubat'ta Rum yönetiminde yapılacak başkanlık seçiminin ardından çözüm yönünde yeni bir ciddi girişimde bulunmaya hazırlanıyor. Ancak bu girişimin başarı şansı, mevzu bahis seçimde hangi adayın kazanacağına bağlı.

AB'nin müzakereler bağlamında uzun süredir hayata geçirilmesini istediği bir başka reform, Türkiye'deki dini kurumların hukuki statüsüyle ilgili. Halihazırda dini azınlıklara ait vakıfların mülk edinmesi veya yurtdışında faaliyet göstermesi yasak. Ancak bu reform, 301'den daha az baş ağrıtacak gibi. AKP ilk döneminde dini azınlık vakıflarına dair bir yasayı kabul etmiş, ama eski cumhurbaşkanı veto etmişti. Aynı yasa 17 Ocak'ta meclis adalet komisyonunda onaylandı ve kısa süre içinde meclise sunulacak. Yasanın hem meclisten hem de cumhurbaşkanı Gül'ün onayından geçmesi bekleniyor.

Merkel seçimleri kazanacak

Avrupa Komisyonu ve başını Britanya, İspanya ve İtalya'nın çektiği hatırı sayılır sayıda AB üyesi Türkiye'nin tam üyelik çabasını desteklemeye devam edecek. Ancak Britanya'nın AB meselesini ve siyasi reformları ağırdan alan Türkiye'ye karşı tarafsız göründüğü bu dönemde, Avusturya ve Fransa gibi Türkiye'nin nihai üyeliğine alenen karşı çıkan üyeler güç kazanabilir. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy müzakerelerin devamını istediğini söyledi ama şartı müzakerelerin 'imtiyazlı ortaklığa' varacak fasıllarla sınırlı tutulması. Yani Fransa muhtemelen 2007'de yaptığını yaparak, ekonomik ve parasal birlik, bölgesel politika, tarım, AB bütçe yasaları ve kurumlarıyla ilgili müzakereleri engellemeye devam edecek.

Türkiye'nin kaygılarını daha da artıracak bir biçimde, Türkiye karşıtı kamp önemli ölçüde güçlenebilir, zira tahminlerimize göre Almanya Başbakanı Merkel gelecek yılki seçimleri kazanacak ve Sosyal Demokratların yer almadığı bir hükümet kurmayı başaracak. Sarkozy gibi Merkel de imtiyazlı ortaklık seçeneğinden yana, fakat Sarkozy'nin tavrını açıkça desteklemekten kaçınmak zorunda kaldı, zira koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar Türkiye'nin üyeliğine arka çıkıyor.

Erdoğan'ın geçen yılki seçim zaferi sonrası büyük ölçüde AB yanlısı bir bakanlar kurulu ataması, Türkiye'nin sarpa saran üyelik müzakerelerini diriltme çabası olarak algılanmıştı. Ancak aradan altı ay geçmişken AB'nin talep ettiği reformların hiçbirisi, özellikle de ifade özgürlüğüyle ilgili olanlar yerine getirilmedi. Bu yüzden de şimdi müzakerelerin akıbetinin ne olacağına dair gözle görünür bir belirsizlik söz konusu. Hükümet hâlâ nihai üyelik hedefine bağlı görünüyor, bu nedenle 2008 ve 2009'da bir miktar ilerleme kaydedilmesi beklenecektir. Ancak engeller zorlu ve müzakerelerin gelecek iki yılda sürüncemede kalması, hatta askıya alınması tehlikesi mevcut.

Kaynak: Radikal