AB, AKP'ye açılan davayı demokratik bulmadığını açıklasa da, birliğin savunduğu hukuk devletinde adalet gerekirse bir hükümeti engelleyebilmeli
AB'yle Türkiye arasında, Türkiye'nin 'birlik müktesebatına' dair normlara ne derece uyduğunu belirlemek ve uymadığı alanlarda bunu yerine getirmesi için onu teşvik amacıyla, 'yılda iki başlık' hızında ilerleyen
bir garip müzakere cereyan etmekte. Müzakerelerin Ekim 2005'te başlamasından beri 35 başlıktan sadece altısı açılmışken, Slovenlerin, ardından da Fransızların dönem başkanlıklarında yenileri açılacak. Buradaki ilerleme, özellikle Türkiye'nin durumunu onunla aynı dönemde müzakerelere başlayan Hırvatistan'la karşılaştırdığımızda yavaş seyrediyorsa da, gidişatta bir kopuş söz konusu değil.
Ancak müzakereleri garip kılan şey yerinde sayması. Ankara'nın limanlarını ve havaalanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmayı reddetmesini cezalandırmak için, 27 AB üyesi Aralık 2006'da Gümrük Birliği'ne dair sekiz başlığı dondurma ve geri kalanları da kapatmama kararı aldı.
Fransa da üzerinde uzlaşılması halinde 'ayrıcalıklı ortaklık' diye nitelenen daha esnek bir ilişki yerine, tam ve eksiksiz üyeliğe yol açacak konuların tartışılmasına yanaşmıyor. Bir başka deyişle müzakerelerin devam ettiği kanısını sürdüren ama başlıca sorunları es geçen bir göz boyama söz konusu.
Aynı şekilde tuhaf olan bir başka mevzuysa, Türkiye'de iktidarda olan İslamcı partinin yasaklanmasına ve yöneticilerine siyaset
yasağı getirilmesine yol açabilecek şekilde laikliğe aykırılık gerekçesiyle açılan dava karşısında Brüksel'in sergilediği tutum. Avrupa
Komisyonu, genişlemeden sorumlu üyesi Rehn'in aracılığıyla demokrasinin çiğnendiğine dair çığlıklar attı, yargıçların gücünün sandığın meşruiyetinin önüne geçmesine muhalefet etti ve sorunların hukuki mütalaadan değil de, siyasi ihtilafdan kaynaklandığını öne sürdü.
Oysa, AB'nin usanmadan savunduğu hukuk devletinin niteliklerinden biri, anayasaya saygıyı en yüksek değer haline getirmek ve gerektiği yerde adaletin hükümeti engellemesine imkân sağlamak değil midir?
Buradaki tehlikeyi bertaraf etmenin tek yolu, Başbakanı Erdoğan'ın üniversitelerde türban takılmasına izin vermek için yaptığı ve parti kapatmaları zorlaştırmak için bir kez daha yapılmasını önerdiği gibi anayasayı değiştirmek. Fakat AB'nin gelecekteki üyeliğini mümkün kılmak için Türkiye'den siyasi ve adli sistemindeki reformları hızlandırmasını istediği dönemde ard arda yapılan düzenlemeler yetersiz görünmekte. Tıpkı Ankara'yı ziyaret eden Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso'nun belirttiği gibi, Türk yetkililerden özellikle beklenen, ifade özgürlüğüne dair tüm engelleri kaldırmaları.
AB'nin tavrı soru işaretleri yaratıyorsa, Erdoğan'ın ayak sürümeleri de endişe doğurmakta. Asıl sorun başbakanın ülkesini demokrasiye doğru yöneltmekte gerçekten kararlı olup olmadığını ve Avrupa Reform Merkezi yöneticilerinden Katinka Barysch'in belirttiği gibi, Türkiye'de pek çokları bundan endişe ederken, Türkiye'nin Avrupalı dostlarının
'tırmanan İslamileşme tehlikesini' küçümseyip küçümsemedikleri bilmek. Bu yüzden kuşkuların güvensizlik havasını daha da ağırlaştırmasından kaçınmak istiyorsak, hem Brüksel'de hem de Ankara'da bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak bir zorunluluk.
Kaynak: Radikal