Son haftalarda hep merak edilen konuydu: AB bu Aralık zirvesinde Kıbrıs yüzünden Türkiye aleyhinde bir karar verebilir miydi? Üyelik müzakereleri sürecini askıya alabilir miydi? Veya Türkiye'yi büsbütün küstürecek bazı yaptırımlara başvurabilir miydi?
Bu hafta AB Dışişleri bakanlarının hararetli tartışmalardan sonra son şeklini verdiği (ve dün başlayan iki günlük zirvede onaylanması beklenen) karar metninde bu olasılıkların hiçbiri yok: AB ile müzakere sürecinin askıya alınması kesinlikle söz konusu değil. Herhangi bir yaptırım veya cezai önlem yok. Hatta verilen yeni bir mühlet de yok...
AB'nin bu konudaki nihai tavrı, Türkiye için oldukça rahatlatıcı.
Ankara'yı aylardır baskı altında tutan sorun, aslında Türk hükümetinin 3 yıl önce bulunduğu bir taahhütten kaynaklanıyor. Türkiye, Ankara ek protokolü uyarınca Aralık 2009'a kadar limanlarını Kıbrıs Rum gemilerine ve hava alanlarını Kıbrıs Rum uçaklarına açma yükümlülüğünü kabul etmiş, bu husus Aralık 2006'da AB zirvesinin bildirisinde açıkça yer almıştı.
Türkiye bu sözünü çeşitli nedenlerden yerine getiremedi. Başlıca gerekçe, Rum yönetiminin Kuzey Kıbrıs'ı abluka altında tutması, AB'nin de KKTC'ye karşı izolasyon politikasını sürdürmesidir. Belki karşılıklı olarak bu sınırlamalar kaldırılabilseydi, 3 yıl önce verilen sözler de yerine getirilebilirdi. Ama böyle bir formül üzerinde dahi mutabakat sağlanamadı.

Çoğunluğun tercihi
Kıbrıs Rum yönetiminin başta niyeti, AB'yi Türkiye aleyhinde "cezalandırıcı" bir tavır almaya zorlamakta. Bir ara müzakere sürecinin askıya alınması bile düşünülmüştü; ama AB'nin Ankara ile bağları kopartabilecek öylesine aşırı bir karar almayacağı anlaşılınca, Rum yönetimi bazı yaptırımlar (önemli fasılların "dondurulması" gibi) istemeyi yeğledi.
Rum yetkililerinin Brüksel'de giriştiği yoğun kulis faaliyeti, Yunanistan'dan ve de Fransa'dan destek gördü. Ama gerek dönem başkanı İsveç'in, gerekse başta İngiltere olmak üzere bazı üye ülkelerin kararlı duruşu sonunda, bu çabalar boşa çıktı. Kendi şartlarını karar metnine sokamayan Rum yönetimi ise, ayrı bir deklarasyonla, 6 yeni faslın müzakeresini bloke edeceğini bildirdi.
Yayımlanan belgede ise, sadece Türkiye'nin taahhüdünü zamanında yerine getirmediği için duyulan "üzüntü" ifade edildi ve AB Komisyonun gelecek yıl yayımlayacağı "İlerleme Raporu"nda bu yükümlülüğün yerine getirilmesiyle ilgili gelişmeleri kaydetmesi istendi.
Bildiride bu konuyla ilgili paragraftaki ifadelerin üç kez değiştirildiği dikkate alınırsa, AB Konseyindeki çoğunluğun Türkiye lehindeki hassasiyeti daha açık anlaşılır. Gerçekten, bu AB'de Türkiye'nin ağırlığını, üyelerin çoğunluğunun Türkiye ile müzakere sürecinin kesintiye uğramadan devamı konusundaki kararlılığını gösteriyor.

Belirleyici süreç
Aslında AB böyle bir tavır sergilemekle doğru olanı da yapmıştır. Aksine bir karar, Kıbrıs'taki müzakerelerin de akamete uğramasına yol açabilirdi.
Oysa bu müzakere süreci şimdi en kritik ve belirleyici aşamasına giriyor. Mart ayına kadar olumlu veya olumsuz mutlaka bir sonuca varılması söz konusu. Çözüm sağlanabilirse, zaten limanlar meselesi de kendiliğinden halledilmiş olacak.
AB'nin kararı, bir yandan Türkiye-AB müzakere sürecinin, diğer yandan da Talat ile Hristofyas arasındaki görüşmelerin bir "yol kazası"na uğramasını önlemesi bakımından önem taşıyor.

Kaynak: Milliyet